05 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Çok Sadaka Vermeyi Seven Veli.....

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

On sekizinci yüzyılda Anadolu'da yetişen ilim ve gönül ehlinden. İsmi, Mustafa bin Ebû Muhammed Bayram Efendi el-Merzifonî'dir. 1686 (H.1098) senesinde Amasya'da doğdu. 1760 (H.1173) senesinde Amasya'da vefât etti. Kabri, Amasya'da surların dışındaki kabristanın kıble tarafındadır.

İlim ehli asîl bir âileye mensûb olan Mustafa Âkif Efendi, küçük yaşta ilim tahsîline başladı. Zamânının ileri gelen âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl gördü. Şeyh Muhammed Amâsî'nin babası Abdullah Efendi ile Kazâbâdî ve Remzî el-Kayserî ilim tahsîl ettiği âlimlerin başında gelirler. Tahsil için zamânın çeşitli ilim merkezlerini gezdi. Kâhire'ye giderek, Arabî ilimler ile hadîs ilmini tahsîl etti. Burada özellikle Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim ve diğer sahîh hadîs kitaplarını okudu. Ebü'l-İzz el-Acemî ona hadîs-i şerîf okutmakla ilgili icâzet verdi.

Üç defâ hacca giden Mustafa Âkif Efendi, hac esnâsında çeşitli İslâm memleketlerinden gelen âlim ve velîlerle görüşüp, onların meclis ve sohbetlerinde bulundu. Aklî ve naklî ilimlerde derin âlim olduktan sonra memleketi olan Amasya'ya döndü. Sultan Bâyezîd Medresesine müderris tâyin edilip ders okuttu.Daha sonra Amasya Müftisi olarak vazîfe yaptı. Gerek müderisliği, gerek müftîliği sırasında insanlara İslâm dîninin emir ve nehilerini anlatıp onların iki cihân saâdetine kavuşmalarına vesîle oldu.

Yaşlanınca müftîlikten ayrıldı.

İlme ve müslümanlara hizmeti sebebiyle, Şeyhülislâm Mustafa Efendi kendisine, Süleymâniye müderrisliği pâyesini gönderdi. Ömrünün sonunda insanlardan uzak bir hayat yaşamayı tercih eden Mustafa Âkif Efendi, ilim ve ibâdetle meşgûl oldu. Tasavvuf yoluna girip bu yolda ilerledi. Onda mânevî haller ve kerâmetler görüldü. İnsanlar ona, gördükleri bu haller sebebiyle deli ve gözüyle bakmaya başladılar. Gece ve gündüzünü ilme ve ibâdete veren Mustafa Âkif Efendi, ilmî mütâlaalar ve araştırmalarda bulundu. Gece sabaha kadar lambası hiç sönmeyen bu âlim zât, gözlerinin bozulmaması için çalıştığı odaya birçok lamba koyardı.

Tıb, astronomi ve matematik ilimlerinde mahâret sâhibiydi.

Tıb ilminin gereklerine dikkat ederdi. Talebelerinin ve sevdiklerinin hastalıklarına çeşitli ilaçlar yaparak tatbik ederdi.

Mustafa Âkif Efendi ulemâ sınıfından olmasına rağmen belli bir kıyâfet giyinmezdi. Bâzan ulemâya âit elbise giydiği gibi bâzan da mevlevî dervişlerine âit elbise giyerdi. Câmiye giderken vakar ve ağır başlılıkla giderdi.

Kendisi cömert olup, ikrâm ve ihsân sâhibi idi. Ziyâfet hazırlar, memleketin ileri gelenlerinden vâli, kâdı ile ulemâdan birçoklarını ve halkın ileri gelenlerini dâvet ederdi. Şehrin vâlisi Cumâ günleri onu ziyâret ederdi. Vâliyi saygı ile karşılar ona izzet ve ikrâmda bulunurdu. Vâli ile müsâfeha ettikten sonra; "Siz sultanın vekillerisiniz. Size itâat ve saygı gerekir." derdi. Kendisi fakir olmasına rağmen Allah'ü Teâlânın ihsân ve bereketiyle fakirlere bol tasaddukta bulunurdu. Câmiye giderken boynuna beyaz bir kese asar, kesenin içine altın ve gümüş paralar doldururdu. Onun cömert ve ihsân sâhibi olduğunu bilen fakirler, yolu üzerine sıra olurlardı.Kesede bulunan paraları fakirlere ve ihtiyaç sâhiplerine altın veya gümüş fark ettirmeden dağıtırdı. Bâzan da kesedeki para bitinceye kadar avuç dolusu verirdi. Bâzan fakirler onun üzerine fazlaca yüklenmek isteyince, keseyi bırakarak hızlıca evine giderdi. Sonra fakirler kesesini evine getirirlerdi. Malı ve geliri olmamasına rağmen bu âdetini hemen hemen her gün devâm ettirirdi. İnsanlar onun bu hâline şaşarlardı. Halbuki Allah'ü Teâlâ pekçok velîsine olduğu gibi, Mustafa Âkif Efendiye de kerâmet olarak bu malları ihsân etmişti.

Mustafa Âkif Efendi, pekçok ilmî araştırmaları olan bir zâttı.

Amasya kütüphânelerindeki kitapları araştırmıştı. Okuduğu ve incelediği kitaplara rakamlar şerhler koyar, fihristlerini çıkarırdı. Çok kere kırmızı mürekkeple ve ta'lik hattıyla yazardı. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler söyler, nesirler yazardı. Üç lisanda da şiir kâbiliyeti vardı. Tıp ilminde de geniş bilgi sâhibiydi. Hey'et, astronomi ve hendese, geometri ilimlerinin teorik ve pratik kısımlarında ihtisas sâhibiydi. Hattâ onun; "Üç yüz senedir usûl-i fıkıhta benim gibi birisi gelmedi." dediği rivâyet olunur. Edebiyâtta Anadolu'daki Arapça dîvânlar onun şiirinin kaynağıydı. Arapça Kasîde-i Mîmiyyesi ve Kasîde-i Ayniyyesi vardı.

İlmiyle âmil, fazîlet sâhibi bir velî idi. Tefsîr, hadîs, usûl-i fıkıh ve fıkıh ilimlerinde zamânının mürâcaat kaynağı olan Mustafa Âkif Efendi, 1760 (H.1173) senesi Receb ayının yirmi birinci Pazar günü güneş doğmadan önce Amasya'da vefât etti. Amasya surunun dışında, Musallâ yolundaki kabristanın kıble tarafında defnedildi.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *