İslam Medeniyeti, Avrupa Medeniyeti...
Yıllardır manevi köklerinden uzaklaştırılmaya çalışılan insanımıza üstün medeniyet denilerek,
takdim edilen Batı medeniyeti ile ahlak ve fazileti temsil eden İslam medeniyeti arasındaki değer farklılıklarından birkaç misal verelim;
İslam medeniyetinde insan, mahlukatın en şereflisidir.
Rengi, ırkı, cinsiyeti, zengin veya fakirliği dolayısıyla değil, Cenab-ı
Hak indinde ancak ''takva'sı'' ölçüsünde değerlidir.
Ayet-i kerimede;
''Allah katında en keremliniz üstün olanınız, en çok müttaki olanınızdır'' (Hucurat;13) buyrulmaktadır.
Hadis-i şerifte de;
''Hiç şüphesiz ki Allah, sizin bedenlerinize ve suretlerinize bakmaz;
ancak kalplerinize nazar eder, '' buyrulmuştur.
(Müslim)
Batı medeniyetinde ise insan, önce rengi sebebiyle, sonra da aynı inanç ve değerleri paylaşmadıkları için ayrıma tabi tutulmuştur.
Nitekim çok yakın bir geçmişte, medeniyetin beşiği olarak adlandırılan Avrupa'da, Afrikalılar başta olmak üzere Uzak Doğulular, Eskimolar ve daha birçok etnik gruptan insanlar, kafeslere ve bahçelere kapatılıp tıpkı hayvanlar gibi ziyarete açılmıştır. Bugün bütün dünyaya ''insan hakları'' ve ''medeniyet'' dersi vermeye kalkan Avrupa'nın nekadar medeniyetsiz olduğunu apaçık gördük yaşadık ve dahada yaşayacağız.
Mesela 1931'de Paris'te, Eyfel'in altında açılan ''İnsan Sergisi'nin'',
6 ay içinde tam 34 milyon kişi tarafından gezildiği bildirilmiştir.
Ayrıca sergi alanının dışındaki levhaya da şu ibare yazılmıştır;
''Lütfen yiyecek vermeyin, daha önce beslendiler!''
İşte üstün addedilen Batı medeniyetinin insana verdiği değer!..
Hadis-i şerifte şöyle buyrulur;
''Merhamet edenlere Rahman olan Allah, merhamet buyurur. Yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösteriniz ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.''
(Tirmizi)
İşte bu düstur dolayısıyla İslam medeniyetinde ''bütün mahlukata şamil bir merhamet'' anlayışı hakimdir.
İnsanlığı bu zirve medeniyetle tanıştıran Peygamber Efendimiz,
bu hususa riayet etmeyenleri daima ikaz buyurmuştur.
Nitekim bir gün yolda giderken,
bir grup insanın binek hayvanlarının üzerinde oldukları halde, durmuş ''sohbet ettiklerini''görmüş ve onları şöyle uyarmıştır;
''Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve kullanmadığınız zaman da güzel bir şekilde istirahat ettirin.
Onları yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin. Nice binilen hayvan vardır ki,
sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah Tebareke ve Te'ala'yı ondan daha çok zikretmektedir.''
(Ahmed)
Yine yuvasından yavrularını alarak anne kuşu tedirgin eden kimselere, yavruları tekrar yuvaya koymalarını tembih etmiş, derisi kemiğine yapışmış bir deveyi görünce de sahibine;
''Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allah'tan korkun!
Besili olarak binin, besili olarak kesip yiyin!'' buyurmuşlardır.
(Ebu Davud)
Gerçek ve üstün medeniyet,
Mekke fethine giderken yol güzergahında yavrularını emziren bir anne kelb dolayısıyla,
ordunun güzergahını değiştiren İslam medeniyetidir.
Yoksa günümüz İspanya'sında hala devam eden boğa güreşlerinde yaşanan vahşet manzaraları üstün bir medeniyetin tezahürü olamaz!..
Hakiki medeniyet;
''Süleymaniye Camii'' yapılırken, inşaatta çalıştırılan at, merkep ve katırlar için dinlenme ve çayırda otlatma saatlerine dair padişah tarafından ferman çıkartan medeniyettir.
Büyük binalar inşa ederken,
kuşları da unutmayıp, onlar için tezyinatlı aşiyanlar, yani kuş yuvaları, susuzluklarını gidermek için de su kâseleri yapmayı ihmal etmeyen medeniyettir.
Bayezid Camii'nin banisi Sultan
2.Bayezid'in, hazırlamış olduğu vakfiyesinde güvercinleri de unutmayıp, her yıl bu camiin güvercinlerine harcanmak üzere
30 altın yem parası ayrılmasını ferman buyurması, ne güzel bir merhamet misalidir.
Aynı dönemde Avrupa ülkelerinde hiçbir hayvan hakları kanunu bile yoktu.
Hatta 16. asırda Paris'te her yıl yaz ayının belli bir gününde bütün sokak kedileri çuvallara doldurulup yakılmış ve halk da bu vahşeti eğlencelerle bir festival havasında kutlamıştır.
O devirlerde ülkemize seyahate gelen yabancılar, hatıralarında müslüman mahallelerde bulunan kedi ve köpeklerin insanların etrafında pervane olduklarını, diğer mahallelerde ise, insan görünce hızla kaçtıklarını anlatmaktadırlar.
Sıcak yaz günlerinde insanların güneşten bunalmayıp gölgede yürüyebilmeleri için yol güzergahlarına uzun ömürlü çınar ağaçları dikmek, kıyameti bekleme salonu olan kabirleri dört mevsim yeşil kalmasından dolayı selvi ağaçlarıyla süslemek, ancak zirve bir medeniyetin tezahürü olabilir.
İslam medeniyeti, bir merhamet medeniyetidir.
Nitekim Batı'da akıl hastaları,
''içlerine şeytan kaçmış'' diye yakılırken, İslam medeniyetinin bir temsilcisi olan Osmanlılarda,
onlara büyük bir edep ve hürmet ile ''muhterem acizler'' denilmiştir.
Av etiyle beslenip musiki ile tedavi edilmeye çalışılmıştır.
Bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalık oluşundan dolayı, toplum tarafından tecrid edilen cüzzamlılara,
Osmanlı vakıf medeniyetinde şefkat eli uzatılmış, onlar için her türlü bakımın yapıldığı ''Miskinler Tekkesi'' adı verilen müesseseler kurulmuştur.
Batı medeniyeti ise, bunun aksine, tarih boyunca elini uzattığı her karış toprağın önce kıymetli varlıklarını sömürmüş, sonra da o bölge halkını bir nevi köleleştirmiştir.
