25 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Ma'ruf-i Kerhi hazretleri...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Ma'ruf-i Kerhi hazretleri,  

büyük velilerdendir. 

815 senesinde Bağdat'ta vefat etti. Bağdat'ın Kerh beldesinden olduğu için Kerhi denilmiş ve Maruf'i Kerhi diye tanınmıştır. 

Sofiyye-i aliyyenin büyüklerindendir. 

Buyurdu ki; 

Dünya dört şeyden ibarettir; 

''Mal, söz, uyku ve yemek.'' 

Mal; insanı Allah'ü Te'ala'ya isyan ettirir. 

Söz; insanı Allah'ü Te'ala'dan oyalar. 

Uyku, insana Allah'ü Te'ala'yı unutturur. 

Yemek ise; insanın kalbini katılaştırır. 

Sırri-yi Sekati buyurdu ki; 

''Ma'ruf'i Kerhi'yi şöyle söylerken işittim; 

Kim kibirli olur, kendini büyük görürse Allah'ü Te'ala onu yere vurur; 

kim Allah'ü Te'ala ile münazea ederse karşı gelirse Allah'ü Te'ala ona gazab eder. 

Kim Allah'ü Te'ala'ya tevekkül eder O'na sığınır ve güvenirse; Allah'ü Te'ala onun yardımcısı olur. 

Kim Allah'ü Te'ala'ya tevazu ederse, Allah'ü Te'ala onu yükseltir...''

Yine buyurdu ki;''Mertliğin alameti üçtür; 

''Hilafsız tam bir vefa, istenmeden vermek ve kendisine cömertlik,  

iyilik yapılmadan başkalarını medh etmek.'' 

Bir adam Ma'ruf-i Kerhi hazretlerine gelerek; 

''Ey efendim!Allah'ü Te'ala'ya nasıl kavuşacağımı bana öğretir misin'' dedi. 

Ma'ruf'i Kerhi onun elinden tuttu ve padişahın kapısına getirdi. 

Kapının önünde ayağı kırık bir adam vardı. 

Soru soran zata o kimseyi gösterip; ''İşte bunun gibi olursan Allah'ü Te'ala'ya vasıl olursun'', buyurdu. Bununla, ayağının ikisi de kırık bir köle, efendisinin kapısının önünde nasıl durur hiçbir yere ayrılmazsa; 

bir kul da Allah'ü Te'ala'nın kapısında her an bekler. 

Hiç ayrılmaz ve isyan etmezse,  

Allah'ü Te'ala'ya kavuşur demek istedi. 

Bir kimse bu mübarek zata gelip, kalbinin yumuşaması için dua etmesini istedi. 

Ona; 

''Ey kalbleri yumuşatan Allah'ım! Ölüm benim kalbimi yumuşatmadan sen benim kalbimi yumuşat'', diye dua et buyurdu. 

Ma'ruf-i Kerhi'nin nafile oruçlu olduğu bir gün idi. 

İkindi vaktine yakın pazardan geçerken bir sakanın sucunun;

''Bu sudan içene Allah rahmet ve bereketi ile muamele eylesin!'', diye dua ettiğini gördü ve icabet edip orucunu bozdu. 

Yanındakiler;

''Efendim, orucunuzu niçin bozdunuz'', dediler. 

Maruf hazretleri;

''Sakanın duasındaki berekete nail olmak istedim'', buyurdu. 

Ma'ruf-i Kerhi hazretlerini vefatından sonra rüyada görüp sordular;

''Allah'ü Te'ala sana nasıl muamele etti''. 

Şöyle cevap verdi;

''Sakanın o halisane duası bereketiyle Rabbim beni bağışladı. 

Bana merhametle muamele buyurdu.''

***

İbrahim-i Havvas ve hidayete eren rahib:  

İbrahim-i Havvas, evliyanın büyüklerindendir. 

Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin talebelerinden olup, Ebu Ca'fer Huldi'nin üstadıdır. 

Yüksek makam ve kerametler sahibiydi. 

Bağdadlıdır, 903 yılında Rey Camii'nde vefat etti. 

İbrahim-i Havvas hazretlerinin pek çok hikmetli sözü vardır. 

Buyurdu ki; 

''Kibir, doğruyu bulmaya mani olur.'' 

''Sabretmeyen zafere kavuşamaz.''

''Asıl helak olan kimse, ahir ömründe yolunu sapıtan ve tam menzile yaklaştığı sırada, hak yoldan kayan kimsedir.''

''Bir Müslüman, Allah'ü Te'ala'nın emir ve yasaklarına ne kadar dikkat edip tatbik ediyorsa, Allah'ü Te'ala da onu o miktar aziz eder. 

Diğer Müslümanların kalbine de onun sevgisini verir.''

''Bir kimse, baş olma sevdasına kapılırsa, artık ibadetten, ihlastan sıyrıldı demektir.''

Bir gün bir rahib İbrahim-i Havvas hazretlerine gelerek dedi ki; 

''Duyduğuma göre bir yere gidecekmişsiniz, acaba size yol arkadaşı olabilir miyim'' 

O da, ''Olur'', buyurdu. 

Nihayet yola çıktılar. 

Uzun bir yolculuktan sonra bir ovaya gelip, bir ağaç altına oturdular. 

Rahib dedi ki; ''Ben çok acıktım. Yemeğimiz de yok. Rabbim sevdiği kulunu sıkıntıda bırakmaz, diyordun, haydi Rabbine duâ et de yemek göndersin.'' 

İbrahim-i Havvas hazretleri, rahibin bu sözleri karşısında, ''Ya Rabbi! 

Beni bu rahibin yanında mahcub etme'' diye dua etti. 

O anda gökten bir sofra indi. 

Çeşitli yemekler vardı, beraberce yediler. 

Akşama kadar yine yola devam ettiler. Akşam namazını kıldıktan sonra rahîbe buyurdu ki; 

''Bu sefer de sen duâ et de yemek gelsin.''

Rahib bir kenara oturup düşünmeye başladı. 

Bir de baktılar ki, aniden bir sofra geldi. 

Sofrada, daha çok çeşit yemekler vardı. 

İbrahim-i Havvas hazretleri,  

bu duruma çok şaşırdı. 

Merakla sordu; ''Sen nasıl duâ ettin de bu yemek geldi''.. 

Rahib, ''Efendim! Size birinci müjdem, Kelime-i şehadettir. 

Kenarda oturunca, içimden Kelime-i şehadet getirdim. 

Zünnarımı kopardım, ikincisi de,  

''Ya Rabbi! Yanımda bulunan İbrahim-i Havvas'ın hürmetine bize yemek gönder'' diye dua ettim. Allah'ü Te'ala ihsan buyurarak,  

bize bu yemekleri gönderdi.'' 

Rahib iman ettikten sonra, İbrahim-i Havvas hazretleri ile birlikte hacca gitti ve orada vefat etti...

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *