24 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Osmanlı Kadılarının Adaleti...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

El-Adl, çok adil olan, asla zulmetmeyen,  

kullarına da adil olmayı, adaletle davranmayı emreden demektir. 

Adalet, hakkın gözetilmesi ve hakkın yerine getirilmesi anlamına gelir. 

Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır.

Allah'u Te'ala Nisa-135'de şöyle buyuruyor;

''Ey iman edenler! 

Kendinize, anne ve babanıza ve yakınlarınıza bile olsa,  

zengin veya fakir de olsalar, Allah için adaleti yerine getiren şahitler olun. 

Çünkü Allah, ikisine de daha yakındır. 

Adaletli davranmak için, artık hevanıza nefsinize uymayın. 

Ve eğer dilinizi eğip bükerseniz ''sözü değiştirirseniz'' veya haktan,  

adaletten yüz çevirirseniz o takdirde muhakkak ki Allah,  

yaptıklarınızdan haberdar olandır.''

Osmanlı Kadıları, hakikaten sadece dini,  

milliyeti ayrı insanların değil,  

kurdun kuşun bile huzur içinde yaşadığı rüya gibi bir toplum yapısı inşa etti.

Osmanlı Kadıları deyince her şeyden evvel adaleti düşünmeliyiz.

Bütün Avrupa'da, Osmanlı'ya verilen değer neden o kadar üst seviyedeydi...

Çünkü Osmanlı kadıları, adaletin ateşten bir gömlek olduğunu en iyi idrak eden insanlardı. 

Onların nazarında, Allah'ın karşısında, adalet açısından herkes eşitti. 

İşte, böyle bir Orta Avrupa, Ortaçağ Avrupası'nda Osmanlı,  

adaletin bütün standartlarında tam dağıtıldığı, müstesna bir ülke oluyordu. 

Allah'u Te'ala'nın Kur'an-ı Kerim'de buyurduğu gibi kıst'ı, adalet müessesesini, Osmanlı tam olarak tanzim ediyordu. 

Osmanlı kadısı, hiç kimsenin hakkının, çiğnenmesine müsaade etmiyor,  

bu hakkı çiğneyen kişi padişah dahi olsa bu durum değişmiyordu.

Bursa'da Ulu Cami'nin içinde namaz mahallinde yapılan şadırvan da zaten,  

cami için istimlak yapılırken bir Rum'un yerini isteksiz vermesi üzerine,  

''kalpten verilmeyen bir yerde huşu ile ibadet nasıl yapılır ki'',  

düşüncesinden hareketle inşa edildi.

İstanbul'un fethinden sonra şehirde ilk inşa edilen camilerden olan Sultanahmed'deki Firuzağa Cami'nin minaresi,  

camiye yakın oturan Rumların ricası üzerine tüm tek minareli camilerde olduğu gibi arka sağ köşeye değil, arka sol köşeye konuldu.  

Camiye yakın oturan Rumların bu talebinin gerekçesi,  

minarenin güneş ışığını kesmemesi ve güneş minare etrafını dolanırken 

15-20 dakikalığına bile olsa güneşlerine mani olmamasıydı. 

Bu talep Osmanlı yönetimi tarafından tereddütsüz hemen yerine getirildi.

Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul'da bir Rum'un arazisinin olduğu yerde bir cami yaptırmak istedi ve Rum'a; ''Orada cami yapacağım, arazini bana satmanı istiyorum, '' Dedi.

Fatih Sultan Mehmed Han, üst hududun iki katını Rum'a verdi. 

Ama Rum arsayı vermemekte  ısrar etti. 

Çünkü bir Hristiyan olduğu için caminin kurulmasına gönlü razı olmadı.

Fatih Sultan Mehmed ise, ''O kadar para verdiğim halde, bu adam arsayı vermedi. 

Demek ki bunu, inadından yaptı; nefsani bir davranış bu. 

Ben cami yapacağım, benimki nefsani değil ruhani, '' diye düşündü.

Ve sonuçta Rum'un arsasını aldı ve camiyi yaptırdı.

Rum bu duruma çok üzüldü. 

Onu çok üzgün görenler sordular:

''Bu kadar üzüntünün sebebi ne...

Rum başına gelenleri anlattıktan sonra;

Yapabileceğim bir şey yok ki! 

Bunu yapan padişah; daha ötesi yok. 

Onun üstünde kimse yok. 

O bana bunu yaptığına göre, her şey bitti!  

Diyerek, üzüntüsünün nedenini açıkladı.''

Çevresindeki insanlar:

Her şey bitmedi, bu memlekette kadılar vardır,  

Dediler.

Rum;

''Yani.. Ne demek istiyorsunuz.. diye sordu.

Adamcağız, aldığı cevapta  duyduklarına hiç inanamadı. 

Çünkü;

Gidersin kadıya, adaletsizliği anlatırsın,  

Padişah da olsa, o hesabı görür, dediler…

 Adamcağız hiç inanamadı böyle bir şeye; ''ama denemek istedi ve hadi gideyim mahkemeye, ben bir müracaat edeyim'' dedi ve kadıya müracaat etti. Mahkeme günü adamın gözleri hayretten açıldı; 

çünkü Fatih Sultan Mehmed Han mahkemeye gelmişti. 

Padişah ayaktaydı, kadı efendi oturuyordu ve bu şekilde mahkeme başladı. 

Fatih Sultan Mehmed, adamın arsasını zorla iktisap etmekten suçlu bulundu ve elinin kesilmesi kararı alındı. 

Fatih Sultan Mehmed'in eli kesilecekti ama Osmanlı adaletinde,  

bir müessese daha vardı; 

eğer bir şeyin bedeli ödenirse ve alacaklı taraf,  

hak sahibi taraf bunu kabul ederse, o ceza düşebilirdi.

Bu kanuna göre davacı Rum'a şu teklifte bulunuldu;

''Bunun bedeli şu kadar altındır.'' 

Bu kadar altına karşılık, onun elinin kesilmesinden vazgeçiyorsan,  

Padişah ödemese bile onu sana beytülmal öder. 

Razı mısın...

Rum; ''Şey...'' dedi. 

Bir Padişaha baktı, bir kadıya baktı ve inanamadı, sonra; 

Tabii razıyım. Razı olmaz mıyım... O, Padişah, dedi.

Fatih Sultan Mehmed bunun üzerine şöyle dedi;

''Benden beytülmalin talebi 200 altın; ama ben 2000 altın vereceğim. 

Ve her gün de bir altın daha ödenmesini istiyorum. 

Senenin 365 günü, her gün bir altın ödenecek bu zata…''

Böylece karara varıldıktan sonra kadı yerinden kalktı,  

Fatih Sultan Mehmed'in ayaklarının yanına gelip diz çöktü;

''Padişahım, şu ana kadar ben Allah'ı temsil ediyordum. 

Ben oturuyordum, siz ayaktaydınız. 

Çünkü siz maznun mevkiindeydiniz. 

Allah'ı temsil eden siz değildiniz. 

Adaleti veya adaletsizliği temsil ettiğiniz, mahkemenin sonunda belli olacaktı. Ben Allah'ı temsil ediyordum; 

adaletin sahibi bendim o sırada. 

Şimdi benim görevim bitti. 

Şimdi bana, size tabi olan, sizin imparatorluğunuzun bir kadısı olarak el etek öpmek düşer'', dedi.

Padişahın eteğini öptü ve ondan sonra Padişah oturdu,  

ötekiler dışarı çıktılar.

Adaleti, Ortaçağ Avrupa'sına ilk defa Osmanlı götürdü. 

Osmanlı, insanlar arasında, Kur'an-ı Kerim'e göre fark olmadığını İslam'ın ne olduğunu Avrupa'da yaşayan insanlara öğretti.

Allah'u Te'ala Ali İmran-190 ve 191'de  buyuruyor ki;

Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulul elbab için elbette ayetler deliller, vardır.

Onlar ulul elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri,  

ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken daima Allah'ı zikrederler. 

Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler ve derler ki; 

Ey Rabbimiz! 

Sen bunları batıl olarak boşuna yaratmadın. 

Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *