Ezansız Semtler...
1884'de Üsküp'te dünyaya gelen,
1903'de Paris'e kaçan, orada Osmanlı tarihini inceleyen,
1912'de edebiyat, şiir ve milliyet kültürüyle daha şuurlu bir milliyetçi olarak Türkiye'ye dönen,
1958'de de İstanbul'da vefat eden bir edibimiz, bir şairimiz vardır.
Yahya KEMAL.
Osmanlı batışını seyretmiş, bir KASIRGA'nın değer adına ne varsa her şeyi yıktığına şahid olmuştur.
Sadece belli bir yaşa geldikten sonra İslamiyet'ten uzak yaşamanın ıstırabını çekmeye başlamış, sonra da dine, imana,
maneviyata dönme ihtiyacım duymuştur.
Şimdi onun bir ıstırabı, bir itirafı ve bir tevbesi sayılan;
"EZANSIZ SEMTLER" başlıklı yazıs;
İlk defa 23 Nisan 1922'de Tevhid-i Efkar gazetesinde yayınlanan bu yazı,
camiye ve namaza küsmüş veya küstürülmüş bir neslin,
tekrar camiye ve namaza ilticasını, hasretini ve dönüşünü dile getiriyor.
Aldanmış veya aldatılmış nesillerin acısına,
sancısına tercüman oluyor.
"Hatadan dönüş" faziletini gösterdiği için Yahya Kemal'in bu yazısı,
belki de onun günahlarına keffaret olmuştur.
Kainatın Efendisinin (s.a.v.) ümid bahşeden bir sözü var.
Buyurmuşlar ki;
"İnsanoğlunun hepsi hata yapar.
Ama hata yapanların en iyisi, tevbekârlardır."
Bir ayetin sonu da şöyle bitiyor;
"Allah tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever."
Vicdan taşıyan herkesin tevbe etmesi ümidiyle sizi o yazı ile başbaşa bırakıyorum.
Ezansız Semtler:
Kendi kendime diyorum ki;
Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı..
O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez,
Ramazan ve kandil günleri hissedilmez.
Çocuklar müslümanlığm çocukluk rü'yasını nasıl görürler..
İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor.
Bugünkü Türk babaları, havası ve toprağı müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu,
evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler,
mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur'an'ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah'ı indirdiler,
küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar.
Tek ders olarak besmeleyi öğrendiler;
kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların,
bayramların toplan atılırken sevindiler.
Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler,
camiler içinde şafak sökerken Tekbir'leri dinlediler,
dinin böyle bir merhalesinden geçtiler hayata girdiler.
Türk oldular.
Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine müslümanlığı hissediyorlar.
Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocukluğunun güzel rüyasını göremiyorlar. Bu çocukların sütü çok temiz,
hilkatleri çok metin olmalı ki,
ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler,
yoksa ne muhit ne yeni yaşayış, ne semt, hiçbir şey
bu yavrulara Türklüğü hissettirmez.
***
Ah! Büyük cedlerimiz!
Onlar da Galata, Beyoğlu gibi frenk semtlerinde yerleşirlerdi,
fakat yerleştikleri mahallede müslümanlığın nuru belirir,
beş vakitte ezan işitilir, aşmalı minare,
gölgeli mescid peyda olur;
sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır,
hasılı o toprağın o köşesi imana gelirdi; Beyoğlu'nu ve Galata'yı saran yeni yapıların yığını arasında o mescidlerden,
o türbelerden bir ikisi kaldı da gördük ki cedlerimiz o kefere frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfuz ederlerdi.
Biz bugünün Türkleri bilakis Şişli, Nişantaşı, Kadıköy,
Moda gibi küçük bir şehri andıran yerlere yerleştik,
fakat o yerler müslüman ruhundan ari,
çorak ve kurudur.
Bir Üsküdar'a bakınız bir de Kadıköyü'ne,
Üsküdar'ın yanında Kadıköy Tatavla'yı andırır.
Eski Türklerin ruhları ile yeni Türklerin rühları arasındaki farkı anlamak isterseniz bu son asırda peyda olan semtlerle İstanbul içlerini mukayese ediniz. Medenileştikçe müslümanlıktan çıktığımızı tabii ve hoş gören eblehler uzağa değil Balkan devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler.
Görürler ki baştan başa yenileşen o şehirlerin her tarafından çan kuleleri yükselir, passzar ve yortu günleri çan sesleri işitilir.
Manzara halkın dinini ve milliyetini hatırlatır.
O şehirler bizim yeni semtlerimiz gibi milli ruhtan arı değildirler.
Artık Türk milletinin ruhu bir rayiha gibi uçtu mu..
Hayır, büyük kütlede yine o ruh var fakat biz son nesil bir sürü gibi büyük kaafileden uzaklaştık, kaybolduk, fakat daha uzağa gitmeyeceğiz,
dönmeyeceğiz, tekrar büyük kaafileye iltihâk edeceğiz.
Yeni tarzda yaşayışla cedlerimizin diyanetini meczedip,
bizi bu çoraklıktan, bu karanlıktan,
bu ufunetten kurtaracak mürşidler,
şairler, edibler, hatibler yetişmedi fakat gayet tabii bir revişle büyük kaafileye kendi kendimize döneceğiz.
Dinsizliğin, kayıtsızlığın aksülameli başladı bile.
Çocukluktan beri diyanet yolundan ayrılmamış olan kardeşlerimiz bizim gibi
rü-cu hislerini itiraf edenlere henüz inanmıyorlar.
Onlara tamamıyla iltica edeceğimiz zaman da bizi birden tanıyamayacaklar. Çünkü onlardan çok ayrı, çok uzak düştük.
***
Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük.
Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan,
frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar!
Ve Bir Şiir:
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine, Sessizdiler.
Fakat Ramazan maneviyyeti Bir tatlı intizara çevirmiş sükuneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fikara kızcağızları
Az çok yakında sezdiriyor top ve iftarı.
Yahya Kemal.
Kaynak; aliramazandinc.blogcu.coml-ezansiz-semtler.
