KIRIK AYNALARIN DANSI
Kırık aynalarla dolu bir odada dans ediyorum. Her bir parça, varlığımın farklı bir yansımasını sunuyor. Kimi zaman çocukluğumun masumiyeti parlıyor, kimi zaman pişmanlıklarımın karanlığı yansıyor. Bu kırık yansımalar, beni bir bütün haline getiriyor mu, yoksa parçalara mı ayırıyor?
Dansım, zamansız bir ritimde ilerliyor. Geçmişin yankıları, geleceğin hayalleriyle iç içe geçiyor. Her adımda, yeni bir yansıma, yeni bir hikâye ortaya çıkıyor. Bu hikayeler, benim hikayem mi, yoksa evrenin sonsuz anlatısının bir parçası mı?
Odanın duvarları, sonsuz bir labirent gibi uzanıyor. Her köşede, yeni bir kırık ayna, yeni bir yansıma beni bekliyor. Bu labirentte kaybolmuş muyum, yoksa kendimi mi arıyorum?
Belki de bu kırık aynalar, gerçeğin ta kendisidir. Belki de varoluş, tek bir bütün değil, sonsuz parçaların bir araya gelmesiyle oluşur. Ve bu parçaların dansı, hayatın ritmini oluşturur.
Dansım hızlanıyor, kırık aynaların yansımaları birbirine karışıyor. Artık kim olduğumu, nerede olduğumu bilmiyorum. Sadece dansın ritmine, aynaların yansımalarına teslim oluyorum.
Birden, odanın ortasında bir ayna beliriyor. Bu ayna, diğerlerinden farklı, kırık değil, bütün. İçinde, tanıdık bir yüz görüyorum. Benim yüzüm. Ancak bu yüz, daha önce gördüklerimden farklı, daha sakin, daha huzurlu.
Aynaya doğru yaklaşıyorum. Yüzüm, aynanın yüzeyiyle birleşiyor. Artık ben, aynanın yansımasıyım. Ve ayna, benim yansımam.
Oda, yavaş yavaş kayboluyor, kırık aynaların dansı sona eriyor. Geriye sadece ben ve ayna kalıyoruz. Ve biz, birlikte dans ediyoruz. Sonsuz bir döngü içinde, varoluşun ritmiyle.