Ölümler, sessiz ve kelimesiz derslerdir
Ölümün bilinen bir dili yoktur. Ancak o, derin bir sükûta ne korkunç mânâlar gömmüştür. Hazret-i Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmaktadır:
''Size iki nasihatçi bıraktım. Biri susar, diğeri konuşur. Susan nasihatçi ölüm, konuşan ise Kur'ân-ı Kerîm'dir.''
Kabristanlar, fânî hayatlarını tüketen ana-baba, çoluk-çocuk, akraba, dost ve arkadaş adresleri ile doludur.
Dünya hayatı; ister sarayda, ister saman üzerinde yaşansın, bütün yolların ve kıvrımların mecbûrî çıkış noktası kabirdir. Târih şâhiddir ki, bu toprak, zengin fakir, köle sultan, yaşlı genç bütün insanların önce meskeni, sonra da kabri olmuştur.
Yûnus Emre bu hakikati ne güzel anlatır:
Yalancı dünyâya konup göçenler,
Ne söylerler ne bir haber verirler!..
Üzerinde türlü otlar bitenler,
Ne söylerler ne bir haber verirler!
Kiminin başında biter ağaçlar,
Kiminin başında sararır otlar,
Kimi mâsum kimi güzel yiğitler
Ne söylerler ne bir haber verirler!
Toprağa gark olmuş nâzik tenleri,
Söylemeden kalmış tatlı dilleri,
Gelin duâdan unutman bunları,
Ne söylerler ne bir haber verirler!
Kimisi dördünde kimi beşinde,
Kimisinin tâcı yoktur başında,
Kimi altı kimi yedi yaşında,
Ne söylerler ne bir haber verirler!
Yûnus der ki gör takdîrin işleri,
Dökülmüştür kirpikleri kaşları,
Başları ucunda hece taşları,
Ne söylerler ne bir haber verirler!
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî başka beyitlerinde de insanı, dünya kuyusuna düşen Hazret-i Yûsuf 'a benzetmektedir:
''Ey Hak âşiki! Sen güzellik Yûsuf'usun. Bu dünya da bir kuyu gibidir. Allâh'ın takdirine şikâyet etmeden boyun eğmek, sabretmek ise seni kuyudan çıkaracak, kurtaracak iptir.
Ey dünya kuyusuna düşmüş olan Yûsuf! İp uzandı, onu iki elinle sıkıca tut. İpten gafil olma ve yakalamışken bırakma; çünkü ömür tükendi, akşam oldu.''
İnsan ne tuhaftır ki, bir iki günlük misafir olarak bulunduğu bu dünyada kendini aldatır. Her gün cenâze sahnelerini seyrettiği hâlde ölümü kendine uzak görür. Kendisini, kaybetmesi her ân muhtemel olan fânî emânetlerin dâimî sahibi sanır. Hâlbuki insan, ruhuna cesed giydirilerek bir kapıdan dünyaya dâhil edildiğinde, artık bir ölüm yolcusu demektir. O yolun bir hazırlık mekânına girmiştir de, bunu hiç hatırına getirmez. Bir gün gelir, ruh cesedden soyundurulur. Âhiret kapısı olan kabirde diğer bir büyük yolculuğa uğurlanır.
Mevlânâ, dünyanın gerçek yüzünü şöyle ifâde eder:
''Bu dünya hayatı, rüyâda define bulmaya benzer. Sabah kalkınca ne define kalır, ne de başka şey!.. Ölümle daldığı uykudan uyanmış bulunan insanoğlu da hakikat ile rüyayı birbirinden ayırır ama nâfile!.. Elde bir şey kalmamıştır''.
Mesnevî'de, bu dünyaya dalanların boş hayal ve hülyâlarla, paha biçilemez ömürlerini nasıl heder ettikleri de şöyle tasvir edilmektedir:
''Dünyâya gönül verenler, tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budala bir avcı, kuşun gölgesini kuş zannetti de onu yakalamak istedi. Fakat dalın üzerindeki kuş bile bu ahmağa şaştı kaldı.''
En büyük nedâmet sebeplerinin başında 'zaman'ın boşa harcanması' gelir. Ölümü bilen, fânî dünya lezzetlerine, yolculuğunu bilen de dünya misafirhânesindeki fânî oyuncaklara aldanmaz! Çünkü eşyâ, ondan ayrılmayacak bir sûrette dünya misafirhânesine âittir. Bütün fânî nîmetler, bir kişide toplansa ve o, huzur ve saadet içinde bin yıl yaşasa ne fayda! '' Sonunda gideceği yer, bu kara toprağın altı, bu yağız yerin bir çukuru değil midir?
Yâ Rabbi!..
Bizi, fânî vakitlerimiz tükenmeden, ömür güneşimiz batmadan, intibaha gelenlerden eyle ki, dünyaya dalıp da kendisini bir bardak suda helâk edenlerin pişmanlık dolu âkıbetlerine düşmeyelim!..
Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbim! Hayatımızı ve ölümümüzü sâlih kullarına lutfettiğin bereket, nîmet, ulvî güzellikler ve sana vuslat ile müzeyyen ve mükerrem kıl!..
Kay:Mesnevi bahçesi.
