Filler Tepinirken
Yaşananların bizi "Diktatörlüğe" doğru götürdüğünü anlatan Devrim Kırlangıç, sürecin bir göz boyama olduğunu iktidarın halkı kandırarak karanlık düşüncelerini referandum süsü ile vatandaşa dayatmaya çalıştığını anlatıyor.
Devrim Kırlangıç"ın satırlarını köşeme taşımamın sebebi ise basit;
Avukat olan babası 12 Eylül sonrasında mahkeme salonlarında hep ihtilal davalarını savunmuş.
Yani, meseleyi en iyi bilenlerden. Hal böyle olunca hükümetin yaptığı kandırmacayı en iyi anlayan da bu aile.
Devrimin satırlarını bir iki imla hatası dışında virgülüne kadar köşeme taşıdım.
Böylece Başbakan"ın ne yapmak istediğini çok daha iyi anlayacağız.
İşte o satırlar;
Şimdiye kadar, kuvvetler ayrılığı ilkesi üzerinde herkes işine geldiği gibi konuştu yorumlar yaptı. Ancak Türkiye'deki durumun tam olarak bu ilkeyle ilgisi olmadığı bilerek değerlendirme dışı bırakıldı.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi dediğimiz kural, demokrasilerin temelini oluşturan ilkeler bütünüdür. Kısaca bu şekilde tanımlanarak, anlaşılır hale getirilmiştir.
Anlamı ise, devletin yönetiminde ileri olması gereken demokratik unsurların önünün açılması ve kişisel hırslar ve gücün elinde, devletin ve kurumların oyuncak olmasının engellenerek kurumsal demokrasinin yerleşmesidir.
Fonksiyonu ise krallıkların ve diktatörlüklerin tarihin çöplüğüne atılmasını ve burada kalmasını sağlamaktır.
Kuvvetler ayrılığı deyince, akla gelen, yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız ve birinin diğerinin buyruğunda ya da boyunduruğunda olmamasıdır.
Ancak bu organların birbirinden bağımsız olmaları ve birbirinin buyruğuna girmemesi, tamamen tek başına ve diğer organlardan bihaber hareket etmesi mahiyetinde de değerlendirilmemelidir.
Asıl olan bunların koordineli ve üst hukuk normları İle (Anayasa gibi )ilişkilerinin tanımlanarak bu üst hukuk normlarına uygun yasalarla ilişkinin düzenlenmesi ve hayata geçirilmesidir,
Bu şekilde ortaya konduğunda, ileri ve medenileşmiş demokrasilerin olmazsa olmazı bu kısaca tanımlanan formülün hayata geçirilmesidir.
Peki; Türkiye"de ki durum nedir?
Tanıma baktığımızda yasama organının yürütmeden ve yargıdan bağımsız, yürtümenin de yasamadan ve yargıdan bağımsız, yargının ise yasama ve yürütmeden bağımsız olarak kendi faaliyetlerini tanımlayan üst hukuk normu ile yasal düzenlemeler çerçevesinde hareket etmesinin sağlanmasıdır,
Türkiye de bu gün yaşanan hükümet ve ordu krizinin de altında yatan da Türkiye'deki kuvvetler ayrılığı tanımının karşılığının bulunmayışıdır.
Zira Türkiye'de saç ayağı oluşturması gereken,
Yasama, Yürütme ve Yargının yanı sıra diğer ülkelerde olmayan bir kuvvet daha vardır. Bu da Türk Silahlı Kuvvetleridir. Yani Türkiye'de saç ayağı oluşturması gereken kurumsallaşma ne yazık düzgün şekilde götürülemediği için dönem dönem ordu, bu üç kuvvetin hepsini elinde toplamış veya bu kuvvetlerin bir kısmını doğrudan ve dolayısıyla etkilemeye çalışmıştır.
Öncelikle açıklamalıyız ki Türkiye de kuvvetler ayrılığı üç kuvvetten değil dört kuvvetten oluşmaktadır. Bu açıdan da diğer demokrasilerle kıyaslanması ve oradaki ilke ve dinamiklerle tanımlanması ve değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu temel fark Türkiye'nin de son 60-70 yılda neden kurtuluş savaşı ve sonrasında yaşanan yüksek demokratikleşme ivmesinin ortadan kalktığının da en önemli sebeplerini içinde barındırmaktadır.
Türkiye'deki diğer farklılık ise, tanıma göre ayrı ve birbirinden bağımsız olması gereken Yasama ve Yürütme organının aynı kişilerin elinde olmasıdır.
Son dönemde çığırtkanlar tarafından Yargının abluka altına alınması , hakimlere karşı yapılan açık ve gizli operasyonlar ve ezilebilenlerin , ezilerek yok edilmesi, ezilemeyenlerin ise pasifize edilmesine yönelik çıtası kaymış ve aşağılık faaliyetlerin tartışması yapılırken BU OPERASYONLARIN DAYANAĞINI İSE, hakimin bağımsızlaşmasını ve objektif , değerler üzerinden yargılama yapmasını sağlayacak olan kanunların, hâkimlerin görev ve atamalarını düzenleyecek kanunların, hâkimlerin terfi ve disiplin cezalandırmalarında soruşturmalarında uygulanacak bütün ilkelerin YASAMA ORGANI TARAFINDAN yapılıyor ve yapılacak olmasındaki çarpıklığa işaret etmemişlerdir.
Çünkü bu gedik DEMOKRASİDEN NASİBİNİ ALMAMIŞ HERKESE LAZIM OLACAK BİR GEDİKTİR.
Türkiye özelinde YASAMA ORGANI İLE YÜRÜTME ORGANI AYNI KİŞİLERDEN OLUŞMAKTA, MECLİSTEN TEŞEKKÜL ETMEKTEDİR.
O halde, gene Türkiye özelinde, bence diğer demokrasilerden farklı olarak (sistem olarak benzer uygulamalar var ise de niyet olarak ve hukuk sistemi olarak, yürütmenin Yasama organı sıfatını kullanarak her şeyi ama her şeyi suiistimal ettiği başka sistem olmadığını düşünüyorum.) yürütme yasamanın içerisinde ve hatta şu günlerde görünen tablo itibari ile Yasama yürütmenin vesayeti altına girmiştir. Bu yönü ile de kuvvetler ayrılığı ile ilgisi yoktur.
Türkiye özelinde, demokrasi deneyimi ve geleneğinin bulunmadığı, liderler sultası ile yönetilen ve her gelenin kendi koltuğunu ve düzenini ülkeye dayatmaya kalktığı, bunu da gözü hiç bir şeyi görmeden ve farklı düşünenlerin sistemden tasfiye edilmesini tek çözüm olarak gördüğü bir düzende, bu yapılanma her türlü melanetin kaynağını oluşturmaktadır.
Yukarıda şimdilik belirttiğim bu iki melanet önlenmediği sürece, bu ülke de daha çok DİKTATÖRLER, PARTIZANLAR, AYARI KAÇMIŞ YÖNETİCİLER, KONUMUNU BİLMEYEN KUVVET MENSUPLARI ÇIKACAKTIR.
Filler tepinirken bizler un ufak olup dağılacağız. Bunun engellenmesi-nin temel noktalarından birinin de bizlerin bize sunulan oyunun oynandığı tiyatro sahnesinden kafamızı çevirerek yukarıda belirttiğim örneklerde ki gibi ülkenin gerçek meselelerine bakmamıza bağlı olduğunu düşünüyorum.
Bunun en somut sahnelerinden biri de REFERANDUMDUR,
