11 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Efendimizin hüzün yılı ve Nübüvvetin 10.Yılı...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Mekke Devri'nin 10'uncu yılı Şevvâl ayında önce Ebû Tâlib, üç gün sonra da Hz. Hatice vefât etmişti.

Ebû Tâlib, henüz Müslüman olmamıştı.

Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.)'e son derece bağlıydı.O'nu çok seviyor, bu yüzden her fedâkârlığa katlanarak, müşriklerden gelecek kötülüklere karşı O'nu koruyordu. Ölürken bile, Hâşimogullarina, ''O'na bağlı kalmalarını, uğrunda her fedâkârlığı yapmalarını, sözünden çıkmamalarını'' vasiyyet etmişti.

Hz. Hatice O'nun gam ortağı, şefkatli bir hayat arkadaşıydı.En sıkıntılı anlarında O'nu teselli ediyor, bütün varlığı ile O'na destek oluyordu.

En büyük desteği olan, sevdiği iki insanı peşpeşe kaybettiği için Rasûlullah (s.a.v.) çok üzüldü. Bu sebeple Mekke Devri'nin 10'uncu yılına ''Hüzün yılı'' denildi.

Müşrikler, Ebû Tâlib'in sağlığında, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şahsina pek ilişemiyorlardi.O'nun ölümünden sonra, Rasûlullah (s.a.v.)'in şahsina da her türlü kötülügü yapmaga başladilar. Bir defa, Kâbe'de namaz kılarken, Ebû Cehil'in teşvîki ile Ebû Muayt oğlu Ukbe, yeni kesilmiş bir devenin barsaklarını getirip, secdede iken üzerine koymuş, Rasûlullah (s.a.v.) başını secdeden kaldıramamıştı. Kızı Fâtıma yetişerek, üzerini temizlemiş, Rasûlullah (s.a.v.) namazını bitirdikten sonra etrâfında gülüşen müşrikleri işâret ederek üç defa:

''Allah'ım Kureyşten şu zümreyi sana havâle ediyorum'' dedikten sonra:

''Ebû Cehil'i, Ebû Muayt oğlu Ukbe'yi, Haccâc oğlu Şu'be'yi, Rabîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe'yi, Halef'in oğulları Übeyy ve Ümeyye'yi, sana havâle ediyorum, '' diye isimlerini birer birer saymıştı.Rasûlullah (s.a.v.)'in isimlerini saydığı bu azılı müşriklerin hepsi de Bedir Savaşı'nda katledilip, leşleri Bedir'deki ''Kalîb'' denilen kuyuya atılmıştır.

***

Hz. Peygamber'in Tâif'te Karşilanişi...

Kureyş'in zulümleri artık katlanılamaz bir duruma gelmişti. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke Devri'nin 10'uncu yılı 620 M. Şevvâl ayında, yanına evlâtlığı Hârise oğlu Zeyd'i de alarak Tâif'e gitti. Tâiflileri ''Hak Din'e dâvet edecekti.''

Tâif'te Sakiyf Kabîlesi vardı, onlar da putperestti. Rasûlullah, 10 gün kadar, onlara İslâm'ı anlatmağa çalıştı, ileri gelenleri ile görüştü. Hiç biri Müslüman olmadığı gibi, ''Senden başka Peygamberlik gelecek kimse kalmadi mi?'' diye alay ettiler. ''Memleketimizden çık da nereye gidersen git..'' diye Allah sevgilisini kovup hakaret ettiler. Tâif'ten ayrılırken de çoluk çocuğu ve ayak takımı düşük tabîatlı kişileri yolun iki tarafına sıralayıp taşlattılar. Rasûlullah'in ayakları, atılan taşlarla yara-bere içinde kaldı, ayakkabıları kanla doldu. Ayaklarındaki yaraların verdiği acıdan yürüyemez hâle gelip oturmak istedikçe, zorla kaldırıp yaralı ayaklarını taşlamağa devâm ediyorlar, bu yürekler parçalayan acıklı hâline gülüp eğleniyorlardı. Vucûdunu atılan taşlara siper eden evlâtlığı Zeyd, bir kaç yerinden yaralandı. Rasûlullah, hayâtı boyunca karşılaştığı sıkıntılardan en büyüğünü o gün yaşamıştı. Nihâyet Rabîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe'nin yol üstündeki bağına sığınarak ayak takımının tâkiplerinden kurtulabildi.

Burada bir çardağın gölgesinde, ellerini kaldırıp şu hazîn duâyı yaptı:

''İlâhi, kuvvetimin za'fa uğradığını, çâresizliğimi, halkın gözünde hor ve hakîr görüldüğümü ancak sana arzederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin zayıf görüp de dalına bindiği bîçârelerin Rabbı sensin, İlâhî, huysuz ve yüzsüz bir düşmanın eline beni düşürmeyecek, hatta hayâtımın dizginlerini eline verdiğim akrabamdan bir dosta bile bırakmayacak kadar bana merhametlisin.

Yâ Rabb, eğer bana karşı gazablı değilsen, çektiğim belâ ve sıkıntılara hiç aldırmam, fakat senin esirgeyiciliğin bunları da göstermeyecek kadar geniştir.

Yâ Rabb gazabına uğramaktan, rızandan mahrûm kalmaktan, senin karanlıkları aydınlatan, din ve dünya işlerini dengeleyen yüzünün nûruna sığınırım. Râzı oluncaya kadar işte affını diliyorum. Bütün kuvvet ve kudret ancak seninledir…''

KARN denilen yerde kendisine Cebrâil gelerek:

''Ey Allah'ın Rasûlü, Allah kavminin sana söylediklerini işitti, yaptıklarını gördü, sana şu Dağlar Meleği'ni gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen, bu meleğe emredebilirsin…'' dedi. Dağlar emrine verilmiş olan melek de kendisini selâmladıktan sonra:

''Ya Muhammed, emrine hazırım. Ebû Kubeys ile Kayakan denilen şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine devrilip, birbirine kavuşarak müşrikleri tamâmen ezmelerini istersen emret…'' dedi. Fakat Rasûlullah:

''Hayır, onların ezilip yok olmalarını değil, Rabbımın bu müşriklerin sulbünden, O'na hiç bir şeyi ortak kilmayan ve yalniz Allah'a ibâdet eden bir nesil meydana getirmesini istiyorum…'' demiştir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *