17 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Açık
5°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Buhuri-zade Mustafa Itri Çelebi...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

 

 

1640 yılında İstanbul'un Yaylak semtinde dünyaya gelmiştir. Zengin ve görgü itibariyle ileri bir aileye mensuptur. Zamanına göre mükemmel bir tahsil görmüş, şair, hattat ve bestekâr olarak tanınmıştır.Çok küçük yaşında başladığı tahsil hayatını başarıyla tamamladık'tan sonra Yenikapı Mevlevihânesine devam etmiş, dinî musiki öğrenmiştir. Babası buhurcu olduğu için Buhuri lâkabı ile anılır.

Itri, bir taraftan saraya devam etmekle beraber, vaktinin en büyük kısmını İstanbul surları dışındaki bahçesiyle meşhur köşkünde geçirirdi. Bu bahçenin çiçek ve meyveleri nam salmıştı.Büyük bestekâr aynı zamanda marifetli ve bilgili bir çiçekçi ve meyve yetiştiricisi idi. Nitekim İstanbul'un meşhur Mustabey armudu ilk defa onun bahçesinde yetişmişti. Bestekâr ve musikişinas olması yanında, devrinin namlı çiçekçisi ve meyve yetiştirici olarak da tanınan Mustafa Itrî Efendi, Siyahi Ahmed Efendi'den Edebiyat ve hat dersleri almıştır.

Kırım Hanı Selim Giray ile Sultan IV.Mehmed'in takdirini kazanan Itri, Enderun'a hoca olarak tayin edilmiş ve Enderun'daki talebelere musiki dersleri vermiştir.

4. Mehmet, bir gün bestekarımızın yeni bir bestesini dinledik'ten sonra, kendisinden bir arzusu olup olmadığını sormuş, o da esirciler kethüdalığını istemişti. O sırada enderunda 120 akçe ile musiki muallimliği yapmakta idi. Itri Çelebi şahsen zengin ve şöhret sahibi bir kimse oldugu için, böyle hiç de parlak olmayan ikinci, hattâ üçüncü derecedeki bir memuriyeti isteyişi hayretle karşilanmakla beraber arzusu derhal yerine getirildi.

Onun maksadı başka idi.

Yeni memuriyeti dolayısı ile İstanbul'a gelen bütün esirleri görecek ve bu sayede onların folklor musikileri hakkında bilgi edinecek ve aralarındaki güzel sesli ve musikiye istidatli bulunanları seçip yetiştirecekti.

Sesi hiç güzel değildi.

Hattâ bir hayli çirkin olduğu da rivayet edilir. Fakat usulündeki yükseklik ve melodilere hâkimiyeti yüzünden herkes onu dinlemeye can atardı. Bu hususta o derece usta idi ki, on kişi ile icra olunacak bir faslı, üç kişi ile ve hattâ tek başına başardığı çok olurdu.

Binden fazla eser besteleyen, fakat ne yazık ki nota kullanılmaması yüzünden günümüzde ancak 41 bestesi elimize ulaşan Buhurîzâde Mustafa Efendi, çok yaşamış ve 4. Mehmet, 2. Süleyman, 2. Ahmet, 2.Mustafa, 3. Ahmet devirlerini görmüştür. Ölümü 1712 tarihine rastlar. Mezarı Edirnekapı dışında, Mustafa Paşa Dergâhı civarındadır.

Sultan IV. Mehmed zamanında, İstanbul Galata Mevlevîhanesine Derviş Çelebi, şeyh olarak tayin edilir. Geleneklere uyularak, şeyhin posta oturacağı gün, mukabele okunurdu. Törenden önce, dergâh şeyhini tebrik için gelenler, değerli hediyeler de getirirler. Törenin yapılacağı ''Semâhane'' bu hediyelerle dolup taşar. Tören, başlamak üzeredir, derken kapıdan soluk soluğa, saz gibi sararmış, boynu büyük, fakir genç bir derviş girer. Herkesin gözü bu dervişe takılır. Bu da kim?... diye birbirlerine bakışırlar. Derviş, ince bir tevazu ve edeple, şeyhin elini öper, sonra da koynundan bir ney çıkararak:

Bu neyden başka dünyalığım yok. Bu niyâzımı bir hediye olarak kabul buyurunuz efendim. der ve şeyhe uzatır. Şeyh, neyi alır, öper, dervişe sorar :

Adın nedir senin?

Derviş Mustafa kulunuzum. Itrî de derler.

Bu ney senin mi?

Evet!

Üfler misin?

Eyvallah...!

Itrî ney'ini üflemeğe başlar. Birdenbire sesler susar, tüm davetliler kulak kesilir neye...

Bu bir ses, bir nefes değil, yürekten dökülen âşk nağmeleri... Itrî üfledikçe coşar, coşturur, ney inledikçe hıçkırıklar artar, gönüller düğüm düğüm çözülür, koca salonda çıt çıkmaz. Neden sonra Itrî'nin artık nefesi tükenmiştir. Başı şeyhin dizlerine düşer. Şeyh, onu alnından öperek, ayağa kaldırır.

Biz postun bahtında, sen dostun gönül tahtında oturuyorsun.

Tanrı âşk derdini arttırsın. Aferin Itrî... diye iltifatlar eder.

Itrî, o günden sonra, bir süre dergâhın neyzenbaşısı olarak, Naat-ı Mevlâna'yı burada besteler.

Yahya Kemal, ITRİ'Yİ

Şöyle anlatır:

''Büyük Itrî'ye eskiler derler,

Bizim öz mûsikîmizin piri;

O kadar halkı sevkedip yer yer,

O şafak vaktinin cihangiri,

Nice bayramların sabah erken,

Göğü, top sesleriyle gürlerken,

Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.

Tâ Budin'den İrak'a, Mısır'a, kadar,

Fethedilmiş uzak diyarlardan,

Vatan üstünde hürr esen rüzgâr,

Ses götürmüş bütün baharlardan.

O deha öyle toplamış ki bizi,

Yedi yüz yıl süren hikâyemizi

Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

Mûsikîsinde bir taraftan din,

Bir taraftan bütün hayât akmış;

Her taraftan, Boğaz o şehrâyîn,

Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış.

Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,

Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,

Bize benzer o kâinat akmış.

Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,

Bir terennüm ki hem geniş, hem şuh:

Dağılırken "Nevâ"nın esrarı,

Başlıyor şark ufuklarında vüzuh;

Mest olup sözlerinde her heceden,

Yola düşmüş, birer birer, geceden

Yürüyor fecre elli milyon ruh.

Kıskanıp gizlemiş kaza ve kader

Belki binden ziyade bestesini.

Bize mîrâs kaldı yirmi eser.

"Nât'dır en mehîbi, en derini.

Vakıa ney, kudüm elince dile,

Hızlanan mevlevî semaiyle

Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.

O ki bir ihtişamlı dünyâya

Ses ve tel kudretiyle hâkimdi;

Adetâ benziyor muammaya;

Ulemâmız da bilmiyor kimdi?

O eserler bugün define midir?

Bir bilen var mı? Neredeler şimdi?

Öyle bir mûsikiyi örten ölüm,

Bir teselli bırakmaz insanda.

Muhtemel görmüyor henüz gönlüm.

Çok saatler geçince hicranda,

Düşülür bir hayâle zevk alınır.

Belki hâla o besteler çalınır,

Gemiler geçmiyen bir ummanda."

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *