Topçu, kendisini öğrencilerine adayan idealist bir eğitimcidir. “Türkiye’nin Maarif Davası” adlı eserinde de milli bir eğitimin iki hedefe yönelmesi gerektiğini ifade eder.

Bu hedefler ilim sevgisinin ve hakikat aşkının öğrencilere aşılanması, öğretmenin ve alimin toplum içinde öneminin ve liderliğinin üstünde durulmasıdır. Topçu’ya göre öğretmen sadece sıradan bir memur değildir ve olmamalıdır. O, “genç ruhları örs üzerinde döverek işleyen bir demircidir.” [1] Yani öğretmen bir sanatkârdır aynı zamanda. Öğretmen sadece bilgileri öğrencilere aktaran kişi olmamalıdır. Öğretmen başarısızlıkların nedenlerini araştıran, gerekirse fedakârlık yapan, yaptığı işi seven ve cesur olan kişidir.

Eğitim anlayışında “ahlak” kavramına sıklıkla vurgu yapan Topçu’ya göre, ahlak eğitiminde en önemli nokta model olmaktır. Öğretmenlerin de öğrenciye bu anlamda çok iyi örnek olması gerekir. Aksi taktirde eğitimde istenen başarı yakalanamaz. Öğretmen öğrenciye biçim veren kişidir. O halde öğretmen, bilgisi, becerisi, davranışları ve kişiliği ile de öğrenciye örnek olmalıdır. Toplumların yol göstericileri olarak öğretmenleri gören Topçu, milletlerin kurtarıcılarının da öğretmenler olduğunu ve millet olarak öğretmenlere teslim olunması gerektiği fikrini savunmaktadır.

Öğretmenin hayatımızın kullanıcısı veya seyircisi olmadığını, bilakis hayatımızın yapıcısı ve aktörü olduğunu söyleyen düşünür öğretmenler için “O, en doğru, en güzel hayat örneğini yapar, hazırlar, sunar; biz yaşarız” [2]

Öğretmen çalışmayı, saygılı olmayı, adaletli olmayı, kanunlara bağlı kalmayı ve milletini sevmeyi öğrencilerine aktaran kişi olmalıdır. Tutum ve davranışlarıyla da tüm bu olumlu özellikleri yansıtmalıdır. Ancak bu yolla öğrenciler öğretmenlerinin takipçileri olurlar ve ahlak idealine ulaşırlar.

Topçu, Öğretmenlerin sorumluluklara ilişkin düşüncelerini şöyle ifade eder: “…muallimin mesuliyetleri çoktur ve cemiyet hayatının her sahasına uzanmaktadır.

Bir memlekette ticaret ve alışveriş tarzı bozuksa bundan muallim mesuldür. Siyaset, millî tarihin çizdiği yoldan ayrılmış, milletinin tarihî karakterini kaybetmişse, bundan mesul olan yine muallimdir. Gençlik âvâre ve dâvasız, aileler otoritesizse bundan da muallim mesul olacaktır.

Memurlar rüşvetçi, mesul makamlar iltimasçı iseler, muallimin utanması icap eder. Din hayatı bir riya veya taklit merasimi haline gelerek vicdanlar sahipsiz ve sultansız kalmışsa bunun da mesulü muallimlerdir. Yüreklerin merhametsizliğinden, hislerin bayağılığından ve iradelerin gevşekliğinden bir mesul aranırsa; o da muallimdir. Yalnız kaldığımız yerde yalnızlığımızın mesulü o, imanların zayıfladığı devirlerde bu gevşemenin mesulü yine onlardır.” [3]

Eğitim en küçük yaşlardan itibaren başlar ve öğretmen adeta bir hekim gibi insanların ruh ve duygu dünyalarına dokunur. Öğretmenin adeta bir hekim gibi yaptığı ilk aşı ise merhamettir. Büyük düşünce insanı Nurettin Topçu’nun öğretmenlere ilişkin değerlendirmelerinin en can alıcı ve derin yorumu şüphesiz merhamet aşısıdır. Bu konuda, “…Ruhumuza aşılar yapan doktor olarak muallim, ruh dünyamızın hem duygu hem bilgi hem de irade bölgelerinde tedavisini ve aşılarını yapmaya mecburdur. Şayet bunlardan bir kısmı ihmal edilirse ruhî yapı buhran içinde kalır, sayıklar ve kendine gelemez. Duygular sahasında eğitim en küçük yaşta başlayacaktır.

Kalbe yapılan ilk aşı, merhamet aşısıdır. Sonra, hemcinsini sevmek ve sevdiği için aldatmamak, ihmâl etmemek aşıları yapılır, cemaat sevgisi verilir. Böylece aşkın terbiyesinden sonra ferdin şahsiyeti işlenir. Her hareketinde kendinin olma, kendi kendine bağlı kalma aşıları verilir. Arkasından mesuliyet duygusu gelir ve fert bu köprü vasıtasıyla hareketlerin alemine aktarılır…” [4]  “Muallim” adlı yazısında şöyle dile getirir: “…Muallim gençlere bilmediklerini öğreten bir nakil değildir. Bu iş kitabın işidir. Bilmediklerimiz hep kütüphanelerde bulunmaktadırlar. Her sahada yalnız bilinmeyeni bilmekle eski devrin skolastik tahsili elde edilir. Kitaptaki örümcek, kafamıza nakledilir.

Ancak sınıfta okutacağı bilgilere sahip olan insanın yapabileceği iş ise bundan ileri gidemez. Bunun için kültürlü adam, kafaları hatta ruhları işletmesini bilen adam lazımdır… Muallim, dünya hayatında rol almaya namzet olan genci kâinat karşısında kendine mahsus görüşlere sahip, bizzat kendisi için hayat kaideleri (ilkeleri) oluşturabilen bir bütün insan olarak yetiştirmesi lazımdır…

Tahsil alelade bir iş değil, bir mefkûre olmalıdır. Genç ruhların, derin ve sürekli bir sürur halinden doğuştan sahip oldukları bu mefkûreyi seneler içinde bir yığın bilgi halinde verilen ve asıl ruhtaki olgunlaşmak ihtiyacını duyurmayan hatalı bir tahsil azar azar yok etmektedir… Muallim ruhlar sanatkârıdır… Muallim bilen öğreten, irşat eden, yol gösteren, terbiye eden, hülasa veli, mürebbi ve emin vasıflarına sahip insan olacaktır. Ruhların mürşidi, hayatın nazımı ve istikbalin en emin kefili olacaktır. Bu yalnız okuma yazma öğreten insanın işi değildir…” [5]