I.KILIÇ ARSLAN....
Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusu,
Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın oğlu ve İkinci Türkiye Selçuklu Sultanı.
Babası Süleyman Şah'ın 1086'da Suriye seferinde Melik tutuş'a yenilmesi ve ölümü üzerine,
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah onun oğulları Kılıç Arslan ve Davud Arslan'ı İsfehan'a götürdü.
Kılıç Arslan burada altı sene iyi bir eğitim ve öğretim görerek, Türk-İslam terbiyesi ile yetiştirildi.
Kılıç Arslan, 1092'de Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk'un izni ile Anadolu'ya gelerek İznik'te altı yıldır boş duran Türkiye Selçukluları tahtına çıktı. Yanındaki Türkmen ailelerini İznik'e yerleştirerek, Anadolu'da dağılmış olan birliği yeniden te'sis etti.
Bu sırada Bizanslıların fırsattan istifade ile Marmara sahillerini işgale başlamaları üzerine Kılıç Arslan İzmir Bey'i Çaka ile ittifak ederek, mücadeleye girişti. İmparator Alexios'un Türk kuvvetlerine karşı denizden gönderdiği büyük bir ordubozguna uğratıldı.
İznik'e saldırıları bertaraf edilen Bizanslılar,
Balıkesir ve Kapıdağı bölgelerinden de geri püskürtüldüler.
1095'de Malatya üzerine sefere çıkan Kılıç Arslan, kaleyi tam düşürmek üzere iken, yüzbinlerce kişilik haçlı kuvvetlerinin Türkiye topraklarına girdiğini haber aldı.
Şiddetli çarpışmalar sonun da iki taraf da ağır zayiat verdi. Birçok haçlı kumandanı öldürüldü.
Ancak düşman devamlı takviye alıyordu.
Kalabalık düşman kuvvetlerine karşı meydan savaşı vermenin tehlikeli olacağını anlayan Kılıç Arslan, ordusunu geri çekmek zorunda kaldı.
Böylece, 22 yıllık Selçuklu payitahtı olan İznik şehri, 29 Haziran 1097'de Haçlı kuvvetlerinin eline geçti.
Kılıç Arslan bundan sonra Danişmend Gazi ve Kayseri emiri Hasan ile birşleşerek Eskişehir'e doğru harekete geçen haçlılara dağ, geçit ve vadiler de sürekli baskınlar düzenleyerek ağır zayiat verdirdi. Neticede Kudüs'e ulaşan haçlılar bu bölgedeki büyük Selçuklu emirlerinin rekabetinden de faydalanarak Antakya,
Urfa ve Kudüs'de hıristiyan idareler kurdular.
İznik'in kaybından ve Birinci Haçlı seferinden sonra Kılıç Arslan, Anadolu Türklerini toplamaya başlayarak, Konya'yı başkent yaptı.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun parçalanmasından faydalanarak bütün İslam alemine hakim olmak teşebbüsüne girişti.
Ancak Musul emiri Çavlı, Artukoğlu İlgazi ve Suriye meliki Rıdvan ile 1107 senesi Temmuz ayında Habur ırmağı kıyısında yaptığı savaşı kaybetti.
Yaralı olarak Habur ırmağını geçerken boğularak şehid oldu.
Naşı Meyyafarikin'e götürülerek kendisi için yapılan Türbeye defn edildi.
Türkiye Selçuklu Devleti'nin en buhranlı devrelerinde hükümdar olan Birinci Kılıç Arslan, teşkilatçı bir devlet adamıydı.
Üstün kumandanlık kabiliyetine sahip, hayatı mücadele içinde geçen büyük bir kahraman ve gazidir.
Mutaassıp haçlı ordusuna ağır kayıplar verdirerek, Türklerin Anadolu topraklarından atılamayacağını isbat etti.
Çok hayır işleyip ahalisinin sevgisini kazandı. Hıristiyan halka da adalet ve şefkatle davrandı.
Bu yüzden devrin tarihçileri; ''Kılıç Arslan'ın ölümü hıristiyanlar için de bit matem oldu.'' demişlerdir.
Anadolu'nun birliğini kurmaya muvaffak oldu.
Türklerin bu hazırlığını gören Bizanslılar telaşa düştüler.
O zamanlar Bizans tahtında Yedinci Mihal Dükas bulunuyordu.
Türklerin kara ve deniz kuvvetleriyle başa çıkamayacağını anlayınca, Roma'da oturan Papa Yedinci Greguvar'a elçiler gönderdi.
Papaya, batı devletlerinin yardımına muhtaç olduğunu bildirdi.
Eğer bu yardım gelmezse, İstanbul Türklerin eline geçecek ve Doğu Roma İmparatorluğu tarihe karışacaktı.
Papa, Ortodoksların Katolik kilisesine müracaatını kendi menfaatine uygun buldu.
İleride bu iki kilisenin birleşeceğini düşündü.
Bu sebeple Batı Avrupa devletlerinden 40, 000 kişilik bir ordu toplanılarak İstanbul'a gönderilmesi için çok çalıştı.
Fakat muvaffak olamadı.
Bizans'ı korku sardığı sıralarda, Kılıçarslan durmadan donanma yaptırıyor;
bir an öne İstanbul'u Türk topraklarına katmayı arzu ediyordu.
O devirde Avrupa'da dini taassup çok şiddetli idi. Papazların halk üzerinde büyük tesirleri vardı.
Bütün papazlar, Hazret-i İsa'nın doğduğu mukaddes Kudüs şehrini İslamların elinden kurtarmak için halkı haçlı seferine teşvik ediyorlardı.
Haçlı ordusunun sayısı altı yüz bin kişi idi.
Hepsi göğüslerine birer kırmızı Haç takmışlardı. Bizans imparatoru bu kalabalıktan ürkerek bunların hepsini Anadolu yakasına geçirtti.
Kılıçarslan, Anadolu'ya çıkan bu korkunç afet karşısında soğukkanlılığını muhafaza etti.
Neye mal olursa olsun, bu müstevli kuvvetlere karşı Türkün öz yurdu olan Anadolu'yu müdafaa etmeğe ant içti.
Kılıçarslan, bu büyük kuvvetlere karşı bir gerilla harbi yapmaya karar verdi.
Türk kuvvetlerini muhtelif çetelere ayırdı.
Şehirlerde bulunan halkı dağlara ve yaylalara çıkarttı.
Ambarlarda ne kadar zahire varsa yaktı ve suları da zehirletti.
Selçuk askerleri baskın halinde grup grup haçlıların üzerine atılarak ilk çıkan kafileyi bir anda imha etti.
Fakat arkadan daha büyük kuvvetler Anadolu'ya çıktılar. Kılıçarslan o büyük kuvvetleri de Eskişehir ovasında yıprattı.
Bundan sonra kuvvetleriyle Çorum'a çekildi.
Bu durum karşısında bütün Anadolu Türkleri top yekün silaha sarıldı.
Saadetini yıkanlarla kanlı mücadelelere girişti.
Bu tarihte eşine az rastlanır bir vatan müdafaası idi.
Bu kıyametin içine girenler de şaşırıp kaldılar.
Bunlar nasıl bir millet! Vatanlarını canla başla ne şekilde müdafaa ettiklerini görüp öğrendiler. Anadolu'da yerleşemediler.
Çünkü buranın bekçileri yüksek vatansever ve kahraman Türklerdi.
Kumandanları da Kılıçarslan gibi cesur bir yiğitti.
Esir kız:
Savaşta esir düşen Efon Ejyid'in kız kardeşi İzabella'yım, bir an önce vatanıma dönmek istiyorum! dedi.
Kılıçarslan şöyle mukabele etti:
''Biz Türkler, yurdumuzda oturanlara çıkıp gidin! demeyiz, ve yurdumda din ve adetiniz üzere hür yaşayabilirsiniz.
Fakat arzu ettiğiniz gün de yurdunuza dönebilirsiniz. Ben vatan hasretini takdir edenlerdenim''.
