Yaradana nasıl şükretmeliyiz...
Lisani şükür...
En aşağı derecedeki şükürdür. Bu, insanların yaratana karşı lisân ile: ''Yâ Rabbî! Sana nihâyetsiz şükürler olsun!'' gibi ifâdeleridir.
Kur'ân-i Kerîm'de:
''Rabbi'nin nîmetlerini zikret!'' (Duhâ, 11) buyrulur.
Fiilî Şükür:
Allâh'ın lutfettiği nîmetleri, O'nun yolunda, emrettiği şekilde sarf etmektir. Bu bakımdan zenginliğin şükrü infâk etmek; ilmin şükrü, ihsan, bedenin şükrü ise, her uzvu meşrû bir şekilde Hak yolunda kullanmaktır.
Kalbî Şükür:
Hâlik'a muhabbet ve mârifetle baglanarak her hâle râzı olmaktır.
Gerçekte Allâh'ın nîmetlerine mutlak mânâda şükredebilmek mümkün değildir. Beşer gücü buna kifâyet etmez. Bütün peygamberler bile, lâyikıyla şükredemedikleri için devamlı istiğfâr hâlinde olmuşlardır. Hazret-i Peygamber (s.a.v):
''Ben, günde yüz kere istiğfâr ederim.. .'' (Müslim) buyurmuşlardır.
''Nefsini bilen, Rabbini bilir...'' hikmeti, Rabbi bilmenin, nefiste tecellî eden ilâhî sanat ve nîmet karşısında kendi acziyetini idrâk etmekten geçtiğini de ifâde etmektedir.
Nîmetler sonsuz, lisanlar âciz, bünyeler zayıf
En büyük nîmetlerden biri de, o nîmetlerin sâhibini unutmamaktır. Şükrân, cennet sermâyesi; küfrân ise, cehennem vesîkasıdır. Şükürsüzlük hâli, küfrân-ı nîmettir, yâni, nankörlüktür. Meselâ zekâtı verilmediği için fiilî şükrü îfâ edilmeyen bir mal, nîmet olmaktan çıkıp bir fitne hâline gelir. Sâhibi için bir musîbet sebebi olur. Cenâb-ı Hak: ''Onları elîm bir azâb ile müjdele!'' (Tevbe, 34) buyurmaktadır.
''Sonra, yemîn olsun ki, o gün size verilen her nîmetten sorulacaksınız!'' (Tekâsür, 8)
'' Nîmetlerime şükrederseniz, mutlakâ artırIrım. Nankörlükte bulunursanız, iyi bilin ki, azâbım pek çetin ve şiddetlidir.'' (İbrâhîm, 7)
''Ben'i zikredin; Ben de sizi zikredeyim! Bana şükredin; sakın küfrân-i nîmette bulunmayın!'' (Bakara, 152)
'' Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allâh hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü hamde lâyıktır.'' (Lokmân, 12)
Yarata'nın nîmetlerine karşı şükrân ahlâkı, mü'min için îman sermâyesinin yarısını teşkîl eder. Nitekim hadîs-i şerîfte:
''Şükür, îmânın yarısıdır...'' (Süyûtî) buyrulmuştur.
İdrâk sâhibi bir kul, mânevî ve rûhânî meziyetlere sâhip olan sâlihlere gıpta edip onlar gibi olmaya gayret etmelidir. Maddî bakımdan ise, kendisinden aşağı durumdakilere bakıp hâline şükretmelidir.
Başta peygamberler, sonra evliyâ ve ulemâ, şükrü vird hâline getirmişlerdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de Hz.Nûh için:
''Muhakkak ki O, çok şükreden bir kul idi!'' (İsrâ, 3)
İbrâhîm (a.s) için:
''Rabbinin nîmetlerine karşı dâimâ şükredici idi!..'' (Nahl, 121)
Lokmân (as) için:
''And olsun ki Biz Lokmân'a: Allâh'a şükret! diyerek, hikmet verdik!..'' (Lokmân, 12) buyrulmaktadır.
Allâh Rasûlü (s.a.v)'in, geceleri uzun uzun namaz kılmaktan ayakları şişerdi. Hazret-i Âişe (r.a.):
''Yâ Rasûlallâh! Siz af ve mağfirete nâil olmuş bir Habîbullâhsınız! Vücûdunuza bu derece eziyet revâ mıdır?'' deyince, O Varlık Nûru:
''Ey Âişe! Şükredici bir kul olmayayım mı?'' (Buhârî) buyurmuştur.
Âlimlerin şükrü:
Allâh'ın kendilerine ikrâm eylediği ilmi ondan mahrûm olanlara tâlîm etmek ve onunla âmil olmaktır. İmâm-ı A'zam'ın hâli, bunun en güzel bir numûnesidir. İmâm-ı A'zam Hazretleri, ömrü boyunca ilmini en güzel şekilde infâk etmiş, ictihâdları kıyâmete kadar devâm edecek olan büyük müctehidlerden İmâm Ebû Yûsuf, İmâm Muhammed, İmâm Züfer gibi İslâm dünyâsını tenvîr eden birçok âlim yetiştirmiştir. O, ilmin şeref ve haysiyetini korumak, zâlim bir halîfeye âlet olup, yanlış fetvâ vermemek için zindanlarda çürüyüp kırbaçlanmayı, zamanın en büyük makamlarından biri olan Bağdad kadılığına tercih etmiştir.
Zenginlerin şükrü:
'' Allâh sana nasıl ihsanda bulunduysa, sen de öylece ihsanda bulun!..'' (Kasas, 77) âyet-i celîlesinin sırrına göre hareket ederek, malı, Hak yolunda gerekli yerlere infâk etmektir. Malın gerçek sâhibinin Allâh olduğu idrâki içinde olup onunla gururlanmamak, isrâf etmemektir.
Güzel ahlâk sâhibinin şükrü: kendisindeki bütün güzelliklerin Cenâb-ı Hakk'ın lutuf ve kereminden olduğunu idrâk etmek ve diğer insanları hor ve hakîr görmeyip mütevâzî hâlini muhâfaza ederek başkalarına örnek olabilmektir.
Fakirlerin şükrü, sabırla müzeyyen olmalıdır.
Fukarâ-i sâbirîn, ağniyâ-i şâkirîn ile ilâhî rizâda beraberdirler. Fakirlikteki gerçek şükür husûsunda İbrâhîm bin Edhem ile Şakîk-i Belhî arasında geçen mülâkat ne kadar ibretlidir:
Şakîk-i Belhî, İbrâhîm bin Edhem'e sorar:
''Ne yaparsın? Hâlin nicedir?''
İbrâhîm bin Edhem şöyle cevap verir:
''Bulursam şükrederim, bulamazsam sabrederim!..''
Şakîk-i Belhî:
''Bunu bizim Horasan'ın köpekleri de yapar!" deyince bu defa İbrâhîm bin Edhem sorar:
''Peki, siz ne yaparsınız?''
Şakîk-i Belhî cevâben şöyle der:
''Bulursak şükredip infâk eder, bulamadığımızda ise, sabredip şükrederiz.''
