08 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
9°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Bedr'in Arslanları...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Hazret-i Ali (r.a) şöyle demiştir:

''Biz Bedir'de Allâh Rasûlü'ne sığınıyorduk. O gün kendileri, düşmana en yakın duranımız, insanların en cesur ve metânetli olanı idi.'' (Ahmed)

Habîb-i Ekrem'in cesâreti husûsunda Berâ (r.a) da:

''Vallâhi, biz savaş kizişti mi Rasûlullâh'a sığınırdık. Bizim en cesûrumuz, Rasûlullâh ve aynı hizada durandır'' demiştir. (Müslim)

Ashâb-i kirâm, bu gazvede çok büyük fedâkârlik ve kahramanliklar gösterdi. Bilhassa Allâh'ın Arslanı Hazret-i Hamza, büyük bir şecaat ve cengâverlik numûnesi sergiledi. Nitekim müşriklerin ileri gelenlerinden Ümeyye bin Halef, ashâbdan Abdurrahmân bin Avf'a:

''Savaşta alâmet olarak göğsüne deve kuşu kanadi takan zât kimdi?'' diye sormuş:

''O, Hamza bin Abdulmuttalib'dir!'' cevâbını alınca da:

''İşte bize ne yapıldıysa hep o yaptı!'' demişti. (Ibn-i Hişâm)

Hazret-i Ali de Hamza gibi kahramanlik göstermiş, müşriklerin başlarini vurup vurup yere düşürmüştü.

Ebû Cehil, at üzerinde recezler söyleyerek, kendisinden hiçbir savaşta intikam alinamayacagini iddiâ ediyor ve:

''Anam beni bu gibi işler için dogurdu!'' diyerek, övünüp duruyordu. (İbn-i Hişâm)

Abdurrahmân bin Avf der ki:

Bedir günü sağıma soluma baktım, Ensâr'dan iki gencin arasında olduğumu gördüm. Oysaki daha kuvvetli kimseler arasında bulunmak isterdim. Onlardan biri diğerine duyurmadan bana:

''Ey amca! Sen Ebû Cehil'i tanır mısın?'' diye sordu. Ben de:

''Evet, tanırım! Ne yapacaksın onu?'' dedim. Genç:

''Duyduğuma göre o Rasûlullâh'a sövermiş! Varligim kudret elinde olan Allâh'a yemin ederim ki, onu bir görürsem, ikimizden eceli gelmiş olan biri ölmedikçe ondan ayrilmayacagim!'' dedi.

Gencin bu sözüne şaştim. Öbür genç de ayni şeyleri söyledi. Bu iki gencin arasinda oldugum için büyük bir sürûr duydum. Az sonra Ebû Cehil'i harp meydanında dönüp dururken gördüm ve:

''Bakın işte sorduğunuz adam!'' dedim.

''Gençler hemen kılıçlarını sıyırdılar. Ebû Cehil'e doğru koştular ve onu kılıçtan geçirdiler. Bu gençler, Muâz bin Afrâ ile Muâz bin Amr idi.'' (Buhârî)

Muâz bin Amr şöyle anlatır:

''Ebû Cehil'i kılıçtan geçirdiğimde onun oğlu İkrime de bana bir kılıç vurup kolumu kesti. Elim derime asılı kaldı! Gün boyunca elim arkamda sürünerek, savaşmaya devâm ettim. Bu hâldeyken çarpışmakta zorlanıyordum. Beni iyice rahatsız edince de üzerine ayağımla bastım ve onu koparıp attım!'' (İbn-i Hişâm)

Bir ara Peygamber Efendimiz:

''Acaba Ebû Cehil ne yapıyor? Kim gidip bakar?'' buyurdu. Abdullâh bin Mes'ûd, aramaya gitti ve onu yerde buldu. Hâdisenin devâmını kendisi şöyle anlatır:

Ben onu son dakikalarını yaşarken buldum ve tanıdım, boynuna ayağımla bastım:

''Ey Allâh'ın düşmanı! Allâh seni zelîl ve hakîr kıldı değil mi?'' dedim.

''Allâh beni ne ile zelîl ve hakîr kıldı, kavminin öldürdüğü adamlar içinde benden daha üstün kim var? Ey koyun çobanı! Sen çetin ve erişilmesi çok güç olan bir yere çıkmışsın! Sen onu bırak da bana haber ver, bugün devran kimindir?'' dedi.

''Allâh ve Rasûlü'nündür!'' dedim. Onu kendi kılıcıyla öldürdükten sonra Rasûlullâh'ın yanına vardım:

''Ebû Cehil'i öldürdüm!'' dedim. Allâh'a hamd ü senâ etti ve:

''O, bu ümmetin Firavun'u idi.'' buyurdu. (Buhârî)

Ümmü Hârise'nin oğlu, Bedir Gazvesi'nde düşman tarafindan rastgele atilan bir okla şehîd edilmişti. Bunun üzerine annesi Allâh Rasûlü'nün huzûruna gelerek:

''Yâ Rasûlallâh! Eğer oğlum Hârise cennette ise, sabreder sevâbını beklerim, aksi takdirde onun için var gücümle ağlarım.'' dedi.

Rasûlullâh, ona şu müjdeli haberi verdi:

''Ey Ümmü Hârise, cennette birçok dereceler vardır. Oğlun bunlardan en yüksek derece olan Firdevs-i A'lâ'ya erişti.'' (Buhârî)

Bu müjde üzerine Hârise'nin annesi tebessüm ederek, dönüp giderken kendi kendine:

''Bak hele! Bak hele senin şu yüce nasîbine ey Hârise!'' diyordu. (İbn-i Esîr)

Bedir savaşı, aynı zamanda İslâm ve îmâ'nın varoluş mücâdelesi olması sebebiyle de, bu ilk büyük cihâda iştirâk eden ashâb-ı güzîn, müslümanların en fazîletlileri olma şerefine nâil oldular.

****

''Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...

Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.''

M.Akif Ersoy..

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *