Sene 1517...
SERİN bir Mayıs sabahı, Osmanlı ordusu Üsküdar'da hazırol vaziyette Cihan Padişahını bekliyordu. Mağlubiyet yüzü görmeyen mübarek Türk askerlerimiz sefere hazırdılar. Cihan Padişahı Ulu Hakan Selin Han, biraz sonra atının üzerinde, askerlerinin karşısına geçti ve şöyle seslendi:
''Gazilerim...
Yiğitlerim...
Şahbazlarım...
Erlerim...
Erenlerim...
Askerlerim...
Ne mutlu bize ki, Allah yolunda, din ve devlet uğrunda savaşa gideriz. Yeryüzünde fesat çıkaranları temizlemek, üzerimize farz oldu. Bu yolda ölürsek, müjdeler olsun bize. Cenab-ı Hak cümlemizin yardımcısı olsun. Gelin gayri helallaşalım. Bizim sizlerde bir hakkımız varsa, yerden göğe kadar helal olsun. Sizin de kaldıysa... Helal olsun!.. Helal olsun!... Helal olsun!...''
Daha sonra Koca Sultan, sefer emrini verir:
''Ya Allah...Bismillah...''
Zaferle beslenen Osmanlı ordusu, geçtiği beldelere adalet ve bereket dağıtarak ilerledi, ilerledi. 9 Ocak Perşembe günü Sina çölüne gelindi. Bu kum deryası çöl, bir yanardağ gibi kaynıyordu sıcaktan. O tarihe kadar bu çölü geçen hiç bir ordu görülmemiş. Timur Han'da Hindistanı, İran'ı, Anadolu'yu ve Bağdad, Halep, Şam gibi birçok memleketi fethedip geçmişti. Ancak buraya geldiği zaman çaresiz kalarak geri dönmüştü. Burada güneş çok kızkındı. Havada kuşlar bile uçamıyordu. İşte Ceddim Ulu Hakan Yavuz Selim Han, ordusunu bütün mevcuduyla çölden geçirip, Mısır'ı fethe niyetliydi. Bir keşif kolu çıkartıp, geçit yerlerini tespit ettirmek istedi. Bu iş için Vezir ''Hüsam Paşa'' görevlendirildi. Paşa yanına aldığı 7 çöl adamıyla birlikte saatler sonra geri döndü. Yavuz at üzerine onu bekliyordu.
İlk söz Padişahındı:
De bakalım Hüsam Paşa! Neler gördün?..Ne tedbirler uygundur?...De bakalım, ne söylersin?..Paşa önüne bakıyordu. Ne söyleyeceğini değil, nasıl söyleyeceğini düşünürken, Yavuz hafiften celallendi: Ne susarsın Paşa!...Susma zamanı mıdır? Bizi affediniz Sultanım...bu kızgın çöl deryasını geçmek... Evet geçmek? İnsanoğlu için geçmek mümkün değildir diye düşünürüz, Devletlûm... Hele hele!.. Hele Piyade askeriniz çöl ortasına varmadan buharlaşır Hünkarım.Yavuz'un boynundaki şahdamari kabarmaya başladi. Bunu ancak Hasan Can fark etti. Terden sirilsiklam olan alnini silmeyen Koca Cihangir: ''Allah'ü Teâlâ, dünyadaki her şeyi, daglari, denizleri, ovalari, gölleri ve çölleri, evet çölleri de...Insanogluna musahhar kilmiştir...''dedi ve Hasan Can'a baktı. O da bakışıyla tasdik etti. bu bakış ve baş eğiş sanki bir parola idi. Sonra da padişah emri duyuldu: ''Azlettim Hüsam Paşayı!..''Emir derhal yerine getirildi. Eğer Osmanlı Sultanı bir an tereddüt gösterseydi, Hüsam Paşa gibi düşünenlere engel olunamazdı. Mücahid Serdar, Karaduman'ın üzengileri üzerinde doğruldu ve son defa hitabetti: ''Ey Cennet yolcuları!...Ey Can kardeşlerim!...Bilirsiniz ki Müslümanlar, muharebe meydanında ve bütün ömürlerince yalnız ve yalnız Allah'tan korkarlar... Önüne çıkan hiçbir engel O'nu Allah yolunda cihaddan alıkoyamaz. Sizler Cenab-ı Hakk'ın emirlerine uydukça O'nun yardımıyla bu çölü geçmek de sizlere nasib olur İnşaallah...''
Mübarek, Osmanlı ordusu, düğüne gider gibi alevli Sina Çölüne daldı. Neredeyse çölün ortasına varmışlardı. Yavuz Sultan Selim Han hazretleri, birdenbire Karaduman'dan yere atladı...O'nu gören başta Veziriazam Sinan Paşa olmak üzere, Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi de atlarından indiler. Rütbe rütbe bütün kumandanlar, sipahiler, süvariler de yaya yürümeye başladılar...Başlarında Halifeyi Rûy-i Zemin olmak üzere, Koca Osmanlı ordusu piyade bir ordu haline dönüvermişti. Üstelik Padişah, çok saygılı bir şekilde ve önüne bakarak, yürüyordu...Bütün vezirler kumandanlar, askerler, merak içinde kalmışlardı. Her zamanki gibi Hasan Can'a müracaat ettiler. O da ne olduğunu anlayamamıştı. Fakat öğrenmek için gene ondan başkası cesaret edemezdi. Hünkar'a iyice yaklaşti ve: Hayirdir Inşaallah Sultanim!...dedi. Bütün ordu merak eyler.. ''Devletlû Padişahi miz acep niçin yaya yürürler?'' diye telaş ederler.Koca Sultan, sanki öbür dünyayi seyrediyorcasina fisildadi: ''Iki cihan Sultani Peygamber Efendimiz, önümüzde yaya yürürlerken, biz nasil at üstünde olabiliriz, Hasan Can!..'' Sevgili Peygamberimizin bu inanilmaz derecede güzel mucizelerinden sonra, ikinci bir mucize daha meydana geldi. yüz yildir yagmur yüzü görmeyen Sina Çölüne, biraz sonra bardaktan boşanircasina yagmur yagiyordu. Tipki dokuz asir önce, Bedr gazasinda oldugu gibi. Kaygan kumlar pekleşti, yürümek kolaylaşti. Mücahidler serinleyip, suya kandilar...Allah'ü Teâlâ'nin rahmeti ve Peygamber Efendimizin mucizeleriyle kanatlanan Mübarek Osmanli ordusu da, şeref dolu tarihine yeni bir zafer daha ekledi. Artık, Misir fethedildi. Mısır, Osmanlı topraklarına ilhak edildi.
