Rasulullah'ı sevmek ve O'na tabi olmak...
Bir gece....
''Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Neden görecekler, göremezlerdi tabii;
Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerede, mamure-I dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin.
Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi!
Alemlere rahmetti evet şer-i mübini,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, O'nun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyyet-i, medyun O'na ferdi.
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.''
M.Akif Ersoy.
***
Evet; ondört asır önce, zalimin zulmünü kaldıran, kararmış Hicaz çölünü aydınlatan, diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının tekrar hayatta yeşermesini sağlayan, hakkı batıldan ayıran, haklının hakkını iade eden, tüm beşeri; siyahı beyazı, ırkı n'olursa olsun kardeş yapan, ümmetinin affı için, başını secdeden kaldırmayan, tüm Peygamberler'in efdali ve efendisi, merkamet çınarı, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)'e ümmet olmaktan daha üstün n'olabilir..?
TÜRK Müslümanı O'nu çok sevdi. O'nun ahlakını, O'un sünneti seniyesini üç kıt'aya yaydı. O'nun adına kitaplar yazdı. Camilerini, çeşmelerini O'nun ismiyle süsledi.
Tazim ve edepte hatada bulunmamak için elinden gelen-i esirgemedi. ''O, belirli bir millete değil, tüm insanlığa Rahmeten Lil'alemin olarak gönderildi.''
Adını güzelliğine, şairler, edipler kaside yazmakta adeta yarıştılar.
Bunlardan bir taneside NABİ.
Efendimiz, (S.A.V)'i ziyarete gittiğinde, Medine'yi Münevvere yakınlarına aşka gelerek;
''Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!
Nazargah-ı ilahîdir, Makam-ı Mustafadır bu.
Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergaha,
Metâf-ı kudsiyadır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.''
Yani: ''Edebi terk etmekten sakın! Zira burası Allah-u Teala'nın Habibi'nin beldesidir. Burası, Hak Te'ala'nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir; ''Muhammed Mustafa'nın makamıdır.'' Ey Nâbî! Bu dergaha edebin şartlarına dikkat ederek gir. Sakın edebi basite alma. Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir.''
İşte biz Türk Milleti olarak, Hz. Rasulullah'ı böyle sevdik, böylece de devam etmektedir.
Birçok defa hac ziyaretimde de bu asil Türk Miiletinden bizzat müşahade ettim. Şöyleki; Türk hacıları, gerek Beytullah'ta, gerek Ravza'yı Mutahhare de yan gelerek, yatmaz, ayaklarını uzatmaz, Kur'an okuma'yı bilenlerin elinde Kur'an-ı Kerim, Kur'an okuma'yı bilmeyenlerin elinde tesbih...
Diğer Milletlere baktığımda; Beytullah'ta kimi uyuyor, kimi yatıyor, kimide sohbet ediyor.İşte fark burada.
Ne yazık ki, bu gün İslam dünyası,
özellikle de Ortaduğu Arap dünyası, O'nun ahlak çizgisini takip etseledi, bugünki hoş olmayan durumlar olurmuydu.
Salat'ü selam O'nun ve Ashabını Ehl-i Beytinin üzerine olsun.
