Hafs bin. Gıyas kimdir.......
Hafs bin Gıyas, ikinci asrın ortalarında Bağdat, Kûfe gibi ilim merkezlerinde kadılık yapmış, mes'uliyet sahibi bir din âlimidir. İmam-ı A'zam gibi büyük müctehidlerin bulunduğu yerlerde hukuk hâkimliği yapıp, isabetli hükümler vermek herhalde kolay ilmi hizmetlerden olmasa gerektir.
Ancak, Hafs gibi mânevi mes'uliyetini müdrik din büyüklerinde her şeyden önce Allah korkusu esas olduğundan en evvel bu mânevî endişe ağır basmış, hayatları boyunca hep bu mânevi mes'uliyet hissiyle kılı kırk yaran bir titizlik içinde bulunmuşlardır. Nitekim Bağdad'ın Şarkıyya kasabasında kadılık yaptığı sırada Hârun Reşid'in yakını aleyhine verdiği karar bir hayli çekişmeli geçmiş, doğruluğuna inandığı kararını değiştirmemiş, ama hizmet gördüğü yeri değiştirerek Kûfe'ye gelmiş, burada tam on sene Müslümanların yine kadılık işlerini tedvir edip mes'elelerini halletmiştir.
Kadılık, yâni hâkimlik mesleğinin mes'uliyetini bütünüyle idrak ettiğinden olacak ki, kendisine bu mesleği soran birine: "İki elini iki gözüne sokup dışarı çıkar, fakat hakkını edâ edemeyeceğin kadılık mesleğine sakın yaklaşma!" demiştir.
Aslında bu mesleğe kendisi de baştan taraftâr olmamış. hatta Hârun Reşid'in mecbur tuttuğu üç âlimden biri olarak buna mecbur kalmıştır. Vefayâtü'l-Âyân'da bu mevzuda şöyle denmektedir:
"Büyük âlimlerden üç zât Hârun Reşid'in huzuruna getirilip kadılık teklifi yapıldı. Bunlardan Abdullah bin İdris, yaşlı bir ihtiyar taklidi yaparak kendisi oturduğu yerden kalkamaz halde gösterdi. Hârun Reşîd:
"Bunda hayır yoktur; bırakın bunu." dedi.
Öteki ise, elini gözlerinin üzerine koyarak görmekte zaafa düştüğünü, bir senedir alil hâlde kaldığını söyledi, affını diledi. Sıra Hafs'a gelince, O da şöyle dedi:
"Vallahi yâ Emire'l-Mü'minin! Geçim sıkıntısı içinde olmasaydım ben de bir mazeret bulur, bu mes'uliyetli işe razı olmazdım. Ancak çoluk çocuk geçimi ile borç fazlalığı boynumu bükmektedir!"
Hafs'ın aynı mes'uliyet hissini oğluna da verebildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hafs hastalandığında oğlu başında ağlamaya başlamıştı. Yatağından gözlerini açan baba, oğlunun döktüğü göz yaşını görünce sebebini sormuş. o da: "Baba, diğer meşguliyetler ne ise de, şu işi üzerine almana bir türlü razı olmamıştım" diyerek kadılık mes'uliyetini düşünerek ağladığını söylemişti. O zaman yatağından doğrulan baba şöyle demişti:
"Oğlum, vicdanen müsterihim. Hâkimlik hizmetim boyunca ne bir tek kuruş haram yedim, ne de iki kişi arasında taraf tuttum."
Hafs, burada duraklamış, sonra da duvârda asılı duran cübbesine işaret ederek:
"Zihnimi kurcalayan bir mes'ele kaldı, onu dâ halletmeliyim" diyerek cübbenin cebinden on beş günlük maaş çıkarttırmış, sonra da şunu tembih etmişti:
"Vasiyet ediyorum sana, ben on beş gündür hasta yatıyorum. Halbuki bu kadar günün maaşını almış haldeyim. Sen bu miktar parayı al, Kûfe valisine götür. teslim eyle. Yapmadığım hizmetin parasını almış olarak İlâhi huzura gitmiş olmayayım" der ve tertemiz Hakk'ın huzuruna göçer.
Bundan dolayı derler ki: "Hâkimlik mesleği Hafs bin Gıyas'la sona ermiştir."
Büyük muhaddis ve fakih Yahya bin Mâin de der ki: "Bağdat ve Kûfe'de kendisinden üç bin hadis dinledim. Hiçbirini kitaba bakarak söylemedi; hepsini de doğru olarak ezberden anlattı."
Birisi büyük âlim Vaki'a gelir de mes'ele sorarsa şöyle derdi:
"Hafs varken bize sual sorulur mu?"
