ABD Sevdalıları Okumasın...
SON yaşanan gelişmeler karşısında, herkes birbirine soruyor: ''Nereye gidiyoruz?''
Türkiye, siyasette, ekonomide, askeri alanda dışarıya; daha doğrusu ABD'ye göbekten bağlı olunca Türkiye'nin nereye gittiğini tartışmak bile gereksiz.
Hükümet ve Erdoğan bir yandan ABD'ye efelenirken, her Beyaz Saray'ı ziyaretinin ardından istekler bir bir yerine getiriliyor. Aynı durum IMF ile de sürüyor. İsrail'e sözde posta konuluyor, ama en stratejik ihaleler, İsrail şirketlerine veriliyor. Gazze'yi vuran uçaklar Konya'da eğitim yapıyor. İsrail Başbakanı ile gizli kapılar ardında yapılan görüşmenin içeriği hâlâ açıklanmıyor.
2002'de koltuğa oturduğunda ''IMF ile yolların ayrılacağını, onlara muhtaç olmadıklarını'' söyleyen Başbakan, son olarak da ''ümük edebiyatı'' yaptı. Ancak son gelişmeler bunun tersini söylüyor. IMF ile sessiz - sedasız anlaşıldı. Paralar ise yerel seçimlerin yapılacağı mart ayından önce gelecek. Niye mart ayı?
Eee onu da siz bulun artık.
1854'TEN 2009'A
ÜNİVERSİTE bitirme tezim ''ikili anlaşmalar'' olduğu için bunları enine boyuna inceleme fırsatım olmuştu. Aslında tezlere de gerek yok. ''Google''a girip küçük bir araştırma yapmak ; ABD sevdamızı ve sonrasını gözler önüne seriyor.
Kırım Savaşı sebebiyle paraya gereksinimi olan Osmanlı Devleti dışarıdan ilk borcunu aldı. 28 Haziran1854'teki borçlanma, 3 milyon sterlin tutarında ve yüzde 6 faizliydi.
Tanzimat dönemiyle başlayan ve "mali reformlar" olarak adlandırılan -tıpkı bugünkü gibi- borçlanma; dışa bağımlılığı, dışa bağımlık da içeride yönetim gücünün yitirilmesini getirmişti.
ABD ile yapılan ilk ikili anlaşma ise 23 Şubat 1945 tarihinde imzalandı. Borç alma ve kiralamalarla ilgili olan bu anlaşmanın temel özelliği, adının ''Karşılıklı Yardım Anlaşması'' olmasına karşın, ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi ve Türkiye'yi ağır yükümlülükler altına sokmasıydı. Anlaşmada, 'Koruyucu Hükümler' olarak yer alan maddelerle, Türkiye'nin değil ABD'nin hakları korunuyordu. Anlaşmanın 2. maddesi şöyleydi: 'Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD'ye teslim edecektir.' Anlaşma ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, ABD'ye hizmet sunmakla görevli olacak, bu görevin sınırı da belli olmayacaktı.
ABD ile yapılan ikinci anlaşma, 27 Şubat 1946 tarihli kredi anlaşmasıdır. Bu anlaşmanın özü; dünyanın değişik yerlerinde ABD'nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş savaş artığı malzemeleri satın alması koşuluyla Türkiye'ye borç verilmesiydi.
PETROLLERİMİZ ELDEN GİDİYOR
DP döneminde, 1954 yılında uluslararası petrol şirketlerinin adamı Max Bell'in hazırladığı ve Atatürk'ün çok önem verdiği petroldeki devlet tekelini kaldıran Petrol Yasası çıkarıldı. Bu yasanın 136. maddesi şöyleydi: Bu yasa yabancı şirketlerin izni olmadan değiştirilemez. AKP'nin çıkardığı yeni yasayla ise bu daha da pekiştirildi.
23 Haziran 1954'te Türkiye ile ABD arasında Vergi Muafiyetleri Anlaşması da imzalandı. Yalnızca Amerikalılar'ın yararlandığı bu anlaşma, Türkiye'deki ABD varlığını adeta devlet içinde devlet haline getirirken ABD şirketlerine de vergisiz, gümrüksüz, denetimsiz ve yargı organlarından uzak, yasa üstü bir statü tanıdı.
VER PARAYI AL MADENLERİ
31 MAYIS 1968'de yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti ile ABD Arasında Kredi Anlaşması; Türkiye'yi ekonomik, mali ve siyasi bağımlılığa sürükleyen koşullu kredi anlaşmalarına çarpıcı bir örnek teşkil eder. 30, 5 milyon dolarlık bir anlaşma ile Türkiye'nin bu borcu koşullara bağlanmıştı. Etibank'ın Ergani hariç tüm bakır işletmelerini ABD'nin denetimi altındaki Karadeniz Bakır İşletmeleri A.Ş.'ye devretmesini şarta bağlayan anlaşmanın 3. maddesi şöyleydi: ''Şirketin kuruluş sözleşmesi, tescil belgesi, organizasyon şeması, Türk hükümetinin krediyi şirkete borç vereceğine ilişkin hükümetle şirket arasında yapılmış olan sözleşmenin tasdikli bir örneği, yönetim kurulu üyelerinin isimleri Türkiye'deki Amerikan Yardım Teşkilatı'na (AID) bildirilecektir. ABD'nin bütün bunları uygun görmesi halinde kredi ödemesi yapılacaktır.''
BORÇ ALAN EMİR DE ALIR
TÜRKİYE ile Batılılar arasında uzun süre içinde oluşturulan anlaşmaların temel özelliği, Türkiye pazarını adım adım yabancı rekabete açması ve büyüme ihtiyacı içindeki ulusal tarım ve sanayinin gelişimine engel olmasıydı .
AKP hükümetiyle bu pazarlıklar katlandı. Topraklar bile yabancıya peşkeş çekildi. ''Borç alan emir de alır'' özdeyişi bir kez daha doğrulandı. İsteklerin ardı arkası gelmedi; gelmiyor.
Atatürk, bağımsızlığı tanımlarken ''Tam bağımsızlık demek'' diye başlar ve ''siyaset, iktisat, adalet, askerlik, kültür'' ögelerini sıraladıktan sonra ''Bu saydıklarımdan herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir'' der.
Şöyle bir düşünelim, biz bunlardan hangisine sahibiz?.
