Darün-nedve...
Hz. Peygamber (S.A.V)'in dedelerinden Kusayy bin Kilab Mekke'de yönetimi ele geçirince şehrin yönetimi için Kabe'nin karşısına yaptırdığı kendi evini kullanırdı. Bu evin ismi Dar'un-Nedve; ''kelime manası: Parlamento binası'' idi. Mekke'nin başkanı Kusayy şehir devletiyle ilgili işlerin karalarını bu binada bazı Mekke liderleriyle birlikte alırdı. Sadece yönetim merkezi değildi Dar'un-Nedve, düğünler, savaş hazırlıkları, buluğ çağına eren kızlara elbise giydirme törenleri gibi işlerin apıldığı yerdi. Kısaca bütün sosyal ve siyasal hayatın merkeziydi.
Kusayy ölmeden önce devletin en önemli altı görevini dört oğlundan ikisi arasında paylaştırdı. Bu vazifeler; Mabed, Dar'un-Nedve, harb sancağı muhafızlığı, hacılara içecek su tedariki, hacılara şölen vermek için Mekkelilerin ödediği vergilerin muhafazası ve harb halinde orduya başkanlık etmedir.
Kusayy'ın ölümünden sonra Mekke Şehir Devleti tamamen oligarşik bir hükümetle yönetiliyordu.
Dar'un-Nedve, Kureyşliler arasında makam sahibi olan on aile; Haşimiler, Emeviler, Nevfeller, Abd'ud-Darlar, Esedler, Teymler, Mahzumlar, Adiler, Cumahlar ve Sehmlerden seçilen liderlerin karar merkezi olmuştu. Hiçbir üyesi tevarüs yoluyla seçilmezdi.
Dar'un-Nedve de görev alan bazı zatlar ve görevleri şöyleydi; Abbas bin Abdulmuttalib hacılara su verirdi, Ebu Süfyan Kureyş sancağına sahipti, Haris bin Amir fakir hacıların yardımına koşmak, Osman bin Talha Kabe'nin kendisi ve kapısının korunması, Yezid ibn Zem'at Kureyşli başkanlar onunla istişare etmeden karar almazlardi, Ebu Bekr kan diyeti ve zarar-ziyan işleri, Halid bin Velid süvari komutanlığı ve savaş parası toplama, Ömer bin Hattab dış kabilelerle ilişkiler ve elçilik, Safvan bin Umeyye kaderi öğrenmek için kullanılan fal oklarına sahipti, Haris bin Kays tanrılara sunulmuş malların korumasını elinde bulunduruyordu.
Dar'un-Nedve de bu görevli liderler dışında az bir sayıda halk zümresi de görüşlerini belirtmek için toplantılara katılıyordu. Halkın bu seçkin ve mümtaz kısmına Mele' deniliyordu. Mele' kelimesi Kur'an'da otuz defa muhtelif yerlerde kullanılmıştır. Bunlardan bazıları: ''Ey Mele', bana fikir ve kanaatinizi söyleyiniz", "Hükümdar, etrafındaki Mele'e şöyle dedi ", "Mele' senin hakkında müzakere ederler" v.s. Kur'an:
Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarina bak. Süleyman'in mektubunu alan Sebe' melikesi, "Ey Mele'! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı" dedi. Mektup Süleyman'dandır, rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla başlamaktadır. Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye yazmaktadır. Sonra Melike dedi ki: Ey Mele'! Bu işimde bana bir fikir verin. Bilirsiniz siz yanimda olmadan size danişmadan hiçbir işi kestirip atmam. Onlar, şu cevabi verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabiyiz; buyruk ise senindir; artik ne buyuracağını sen düşün. Melike: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır, dedi. Ben şimdi onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne gibi bir sonuç ile dönecekler. Elçiler, hediyelerle Süleyman'a gelince şöyle dedi: Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle ben değil siz sevinirsiniz. Ey elçi! Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız! Sonra Süleyman müşavirlerine dedi ki: Ey Mele'! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir? (Neml 28-38 )
Hz. Peygamber (S.A.V) Mekke'de tevhidi haykırırken Kureyş liderleri gelip amcası Ebu Talib'e: "Yeğenine söyle ne istiyor? Hasta mı? En iyi hekimleri getirelim. Evlenmek mi istiyor? En güzel kızlarımızı verelim. Kral mı olmak istiyor? Başımıza kral yapalım. Yeter ki ilahlarımıza küfretmesin." Hz. Peygamber (S.A.V.) in cevabı kısa ve nettir: "Sağ elime güneşi sol elime ayı verseniz yinede davamdan vazgeçmem." Bu sözlerin bedeli Şibi Ebu Talib'te üç yıl boyunca aç kalmaktı, küçük çocukların açlıktan ölmesiydi, sahabenin akla gelmeyecek işkencelere uğramasıydı. Am hiçbir zaman Hz. Peygamber (S.A.V) aklından "Kureyşlilerin teklifini bir düşüneyim belki daha rahat tebliğ yaparım" veya Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer gibi sahabeleri tekrar Dar'un-Nedve'ye göndereyim belki bir faydası olur, demedi ve düşünmedi. Çünkü biliyordu ki bunları söylemek onlardan olmaktı. Allah'ın kanunlarına karşı kanun koyanların yanında veya yönetim yerinde bir Müslüman asla olamazdı.
Helal ve haram belirleme yetkisinin Allah'tan alınıp tağuti rejimlerin meclislerine vermek hiç kuşkusuz küfürdür, zulümdür, fısktır. Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor:
Allah'ı bırakıp bilginlerini; da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak, tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır. (Tevbe 31)
Bu ayeti Rasulullah'ın şu hadisinden net olarak anlayabiliriz: "Eskiden bir Hıristiyan olan sahabe Adiy bin Hatem 'Ya Rasullallah biz alimlerimizi rabler edinmiyorduk.' Hz. Peygamber (S.A.V) 'Siz onların helal dediğine helal haram dediğine haram demiyor muydunuz?' Adiy bin Hatem 'Evet' dedi. Hz. Peygamber (S.A.V) 'İşte bu sizin onları kendinize rabler edinmenizdir' dedi.
