Osmanlı Devleti'nin asıl mimarı, Şeyh Edebâli.
Sahabe devrinden sonra en ihtişamlı devir olan, Osmanlı, padişahından çobanına kadar bütün halkının Allah ve Peygamber sevgisiyle temeyyüz ettiği bir devlettir.
Osman Gazi'nin: ''Gayemiz, kuru bir cihangirlik değil, i'lay-ı kelimetullah'tır'' ifadesi son sözlerinin özünü teşkil eder.
Hz. Peygamber'in adını duyunca salat'u selam getirmek, elini kalbe koymak, Medine'den gelen menşurlari abdest tazelemeden, öpüp gözüne sürmeden ve ayağa kalkmadan okutmamak, Rasûlullah'ın sakal ve saç kıllarını câmilere bir bereket nümûnesi olarak dağıtmak hep Osmanlı'nın ortaya koyduğu ihtiram tezahürleridir.
Osmanlı'nın manevî temelini atan ehlullah ve gaziler bu derûn gönül zenginliğine sahip insanlardır.
İslâm-Türk tarihinin en muhkem devirlerinden olan Osmanlı Devri, İslâmî-Millî mefkûrenin dahiyâne terkibi, siyasî istikrar ve ictimaî adaletiyle üç kıtanın ortasında Nizam-ı Âlem'in davasının en kudretli devri olmuştur. Osmanlı mefkûresi İslâmî-insanî esaslara bağlı bulunan bir cihan mefkûresiydi.
Osmanlı'nın devletin bütünlüğünü esas alan merkezî bir teşkilatlanma özelliği vardı. Fitnenin katilden eşed olduğunun farkında olarak devrin en ileri sosyal nizam ve adaletini kurmuştur. Öyle ki ictimaî manada demokratik bir hüviyet kazanmıştı. Padişahların islama bağlılıkları, ilim adamlarının kuvvetli efkar-ı umumiyeyi beslemeleri, istibdada mânî oluyordu. Osmanlılar ilim ve din ehliyle devletlerini kurmuşlardır. Onlara hizmet, evliyanın dualarını alıp ellerini öpmek en kudretli cihan padişahlarının âdeti olmuş, en ciddi meselelerde âlimlerin fetvaları azametli padişahların kararlarını değiştirmeye kâfi gelmiş hal fetvalarıyla niceleri azledilegelmiştir. Yaklaşık 13 padişah fetva ile hal' edilmiştir.
Osmanlı Cihan hâkimiyet ve dünya nizam ideali manevî kudretinin başlıca kaynağını şüphesiz İslâm mefkûresi ve cihad ruhundan alıyordu. Bursa'da temerkuz eden gaza ruhu ehlullahın ve Türkmen babalarının ''gaziyan-ı rum, abdalan-ı rum..'' himmetiyle yükseliyor, câmiler, medreseler, tekkeler, zaviyeler Bursa'yı aşıp Rumeliye dağılıyordu.
Böylece Anadolu'dan ve İslâm ülkelerinden gelen şeyhler, dervişler gazalara katılıyor, âlimler hakiki tasavvufu anlatıp şüpheleri bertaraf ediyor ve onu İslâm cihad mefkûresiyle birleştiriyorlardı. Bu sebeple hiçbir devirde inkişaf etmemiş surette Osmanlı'nın kuruluşunda tarikatler, şeyhler, dervişler babalar birinci derecede rol oynuyordu. Gaziler artık her tarafta âlimlere medreseler, şeyhlere zaviyeler ve imaretler inşâ ediyor ilim ve tasavvuf tam bir mizaç içine giriyordu.
Osman Gazi ve sonrakilerin çevresinde Türkistan'dan yeni yurda uzanan ve sürekli gaza üzere olan Türkmen babalar ve evliyâ halkası oluştu.
Yesevî dervişleri bütün Türk sahalarına yayıldılar. Bilhassa Nakşibendilik şer'i esaslara sadakati ile Türk dünyasında sünnîliğin teminatı oldu. Bunun yanında Kalenderîlik, Halvetiye, Ekberiye, Kadrilik, Melamiye, Bayramiye, Rufailik gibi tarikatler yayıldı.
Medreseler ile tekkelerin Osmanlı'daki bu âhengi, sapmaları törpülemiş, yiğitlik sembolü alp tipleri buralarda yoğrularak "alperenler" haline gelmişlerdir.
İşte Şeyh Edebalî, Ahi Koçum Seydi, Şeyh Abdal Murad, Geyikli Baba, Ahilerden Feke Arslan Yunus Yahşi Dursun Fakih, Dunca Baba, Şeyh Baba İlyas, Görekadı, Baba Muhlis, sonraları Somuncu Baba, Hacı Bayram-ı Veli, Emir Buharî gibi zevat-ı muhteremler bu mimarinin nadide ustalarıydı. Hiç bir silahın uzun süreli başarılı olamayaca-ğı bu sosyal ve ruhsal zaferi bunlar başardı.
Gâziyan-ı Rum diye anılan alpler cihadı uç noktalarda yürüttükleri gibi, gayr-i müslimleri İslâm'a kazandırmak için tebliğ vazifesini de îfâ ediyorlardı. Bunlar halkın arasına muhtelif tarikatler vasıtasıyla girip bu vazifeyi îfâ ediyorlardı. Bacıyan-ı Rum'da kadınların aynı sosyal çevrede hizmet için kurdukları bir teşkilattı. Osman Bey'in kısa sürede başarılı olmasında adalet düşüncesi ile hareket eden Kayı beylerinin ve özellikle bu alplerin büyük yardımları olmuştur. Tamamen insanî hislerle dolu olan alpler, zulüm görmüş insanların yardımına koşmuş daima fakirlerin yanında olmuşlardı. Anadolu'da büyük bir siyasî ve dînî nüfûza sahip olan ahiler, Osmanlı'ya tam destek vermişlerdir.
Ayni şekilde Orhan Gazi'nin model tip olması dedesi Şeyh Edebali'nin edep tezgâhında dokunmuş, babası Osman Bey'in yalçın iradesinin kahrediciliğinde bilenmiş, ağabey Alaaddin'in derviş meşrepligi ve tevazuu ile yogrulmuş ve her şeyden önemlisi devrin alperenleri, babalari ve abdallarinin nazar ve dualarini üzerinden eksik etmemiş olmalarinin bir neticesidir.
Bu Devlet-i Âliye'nin liderliginde ittifak eden manevî rical, hususiyle Edebali, Haci Bektaş-i Veli ve Ahi Evren bunu çok arzu etmişler, dua ve niyazda bulunmuşlardir. Mogollarin binbir zulümle dolu kasip kavuran istilasi neticesinde bunalan Anadolu'nun mü'min insanı, Allah dostu olan gönül insanlarının kanatları altına koşarak huzura erdi.
Son Selçuklu Sultanı da bu iklimde Osman Gaziye şöyle teveccüh etmişti-
"Oğul Osman Gazi! Sende saadet nişanları çoktur. Sana ve nesline âlemde mukabil yoktur. Benim duam, Allah'ın inayeti Peygamber (s.a.v.)'in mucizatı ve evliyânın himmeti seninledir, " diye iltifat etmişti.
