Siyaset mi, Teslimiyet mi?
YOĞUN müzakerelerin sonucunda NATO zirvesi sırasında Türkiye'nin, Danimarka Başbakanı Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği adaylığına ilişkin itirazları konusunda varılan uzlaşı içte ve dışta geniş yer buldu. Bir haftadır süren haber ve analizlerde de "Obama, NATO hükümetlerini utançtan kurtardı", "Çatlak önlendi", "Genel Sekreter'in seçimi NATO Zirvesi'ni gölgeledi", "Türkiye sonunda vetoyu kaldırdı" deniyor.
Yöneticilerimiz ise ''NATO'yu dize getirdik'' diye övünüyor. Acaba öyle mi? Önce kabadayılık sonra yelkenleri suya indirme. Bu 7 yıldır bizim dış politikamızın ana eksenini oluşturmaya başladı.
Nitekim Rasmussen, koltuğa otururur oturmaz İslâm dünyasından özür dilemediği gibi, Roj TV'yi kapatmayacağı yönünde açıklamalar yaptı. Danimarka, daha da küstahlaşarak yeni karikatürler yayınladı.
YUNANİSTAN ÖRNEĞİ
''NETEKİM'' 1980'de cunta hükümeti zamanında Yunanistan da NATO'ya böyle dönmüştü.
Türkiye, ilke olarak, Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesine karşı olmadığını açıkladı. Ancak, bu dönüşün1974 öncesi statüye göre olmasına karşı çıktı.Yapılan görüşmelerde Türkiye'nin en fazla ısrarlı ettiği nokta, Ege Denizi'ndeki operasyonel sorumluluk bölgelerinin yeniden belirlenmesi konusu olmuştu.
Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşü 1980 Eylül'üne değin sürdürülen görüşmelerde sonuca bağlanamadı. Türkiye'deki 12 Eylül askeri darbesi sonucunda iktidara ordunun el koyması, Yunanistan'ın NATO askeri kanadına dönmesi için gereken 'olumlu' ortamı sağladı. ''Rogers Planı'' olarak adlandırılan plan çerçevesinde Yunanistan'ın askeri kanada dönüşü gerçekleşirken, kısa bir süre sonra, bu dönüşün, iki ülke arasındaki uzlaşmazlık noktalarını bütünüyle gidermemiş olduğu bir kez daha gözler önüne serildi.
Özellikle, Yunanistan'ın Limni'deki kuvvetlerini NATO savunma planlarına katma girişimleri Türkiye'nin karşı çıkışları ile sekteye uğrayınca, Atina, ittifak çerçevesinde yürütülen altyapı yatırımlarına engel oluşturmuş, Ege Denizi'nde yapılması planlanan ortak deniz ve hava tatbikatlarına katılmama kararı almış, Türkiye'nin ittifakla ilişkilerinde veto hakkını kullanarak engel çıkarmıştı.
Ne devrin askeri iktidarının başındaki Evren, ne de ondan sonra gelen Türk sivil yetkililer bu konu hakkında doyurucu hiç bir açıklama yapmadı. Hâlâ da Yunanistan'ın ne karşılığı NATO'ya dönüşüne izin verildiğini bilen yok.
TARİH TEKERRÜR MÜ ETTİ?
ŞİMDİ de aynı durum Fransa için geçerli. Başta AB olmak üzere her kulvarda Türkiye'nin önüne engeller çıkaran Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Fransa'nın NATO askeri kanadına dönmesine ''Evet'' dendi.
Hükümetimiz günü gelince bir açıklama yapar mı, yahut da yaptığı NATO Genel Sekreterliği'ndeki gibi göstermelik olursa şaşmayın. Fransa'ya dişini gösteremezsen, yarın Kıbrıs Rum kesiminin NATO'ya girmesi karşısında üzerinde baskı oluşursa ona da 'Hayır' diyemezsin. Kendi ulusal çıkarının ne kadar önemli olduğunu karşı tarafa hissettir ki , bunu bilip ona göre hareket etsinler.
Biz boşuna konuşuyoruz galiba. Türkiye son 7 yıldır hangi konuda tatmin edici dış siyaset izledi ki bunları bekleyelim?
Hep kandırılan nedense biz oluyoruz.
''Neden kabul etmedin'' veya ''Niye kabul ettin?'' Yani dış politikamız pazarlamacı ağızıyla yapılıyor
DEĞİŞEN BİR ŞEY OLMAZ
RASMUSSEN pazarlığı mı dayatması mı?
Dünyanın birşey konuştuğu varsa o da ABD Başkanı'nın Türkiye ziyareti öncesi bizimkileri sadece bir söz ile nasıl ikna ettiği...
Bu nasıl ''diklenip dik durmak?''
24 saat bile dik durulamadı.
Gördük ki ünlü birileri devreye girince, siyasi-kültürel altyapısının yetersizliği algılaması içindeki kişiler geri adım atıp, taviz verdiler. Bu, günlük hayatta da görülen bir durumdur.
Obama'nın Türkiye ziyaretini ''Zafer'' diye yutturanlara da maşallah.
Yine hükümet havanda su dövdü.Türk halkına gaz verdi. Sonra tıpış tıpış ağabeylerinin dediğini yaptı. Bir sefer de dürüst olun ve dediğinizin arkasında durun beyler...
